Güncelleme Tarihi:
“M alta’nın nerede olduğunu elbette bilirsiniz. Tam İtalya’nın aşağısındaki potine hemen yapışık gibi görünen Sicilya’nın tam karşısındadır.” Bu tarifteki öğretici tatlılık, bir baba yanında bilgili öğretmeni de açığa çıkarır. Çocukluğundan itibaren iyi eğitim görmüş, gazetecilik, yazarlık, siyasetçilik yapmış bir stratejistin hayatın her anına yayılmış şuurunu da gösterir. Herhangi bir gerekçe gösterilmeden İstanbul’da işgal güçleri tarafından tutuklanan ve pek çok İttihatçı aydınla beraber Malta’ya sürgün edilen Ahmet Ağaoğlu, 21 Eylül 1919-17 Mart 1921 tarihleri arasında ailesine mektuplar yazmış, hem kendisinin hem de sevdiklerinin moralini yüksek tutmaya çaba harcamıştır. Bu çaba, Ömer Erden’in hazırladığı ‘Gözümün Nurlarına Mektuplar’da yer alan mektupların satır aralarına sızan ayrıksı cümlelerde yakından hissedilir.
İlginç ve hareketli bir hayatı var Ahmet Ağaoğlu’nun. 1869’da Azerbaycan Şuşa’da doğduktan sonra iyi bir eğitim almış, Arapça, Farsça ve Rusçayı öğrenmiştir. Farklı kişiliğinden dolayı ‘Frenk Ahmet’ lakabı yakıştırılmıştır. Öğrendiği dillere sonradan Fransızca da eklenecektir. Paris’te İttihat ve Terakki’nin önde gelenleriyle tanışan Ağaoğlu, Rusya’da Çarlık rejiminin meşruti yönetime geçmesinin (1905) ardından oluşan serbest ortamdan yararlanmak için başlatılan bir dizi harekete katılmış, gazetecilik yapmıştır. İstanbul ile de sürekli temasta olmuş, Türkçü ve İslamcı hareketleri yakından izlemiştir. 1911’de kurulan Türk Yurdu Cemiyeti ve bunun devamı olan Türk Yurdu dergisi bu faaliyetlerin etkili meyvesidir. Yusuf Akçura ve İsmail Gaspıralı ile Rusya Müslümanlarının birliği meselesinde yakın çalışan Ağaoğlu, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa ile beraber hareket ederek Azerbaycan’ın bağımsızlığı için siyasi roller üstlenmiş, Paris Barış Konferansı’na katılmak için İstanbul’a uğradığında tutuklanmıştır. Tutuklanma öncesi o dönemin ağır salgını İspanyol gribine yakalanmış, 14 gün şuursuzca yatakta kalmıştır. Ağaoğlu’nun aktif ve sıradışı kişiliği hâlâ Türk düşünce tarihinin araştırma konularından biri olmayı sürdürüyor.
Ömer Erden, Cumhuriyet Müzesi arşivindeki mektupları anlamamız için sadeleştirme yanında dipnotlarına da yer veriyor. O yıllardaki İspanyol gribi salgınından dolayı ailesinin sağlığından endişe duyan Ağaoğlu, çocuklarına ‘nur-i didelerim’, eşine de ‘azizim’ hitabıyla sesleniyor. Gazeteci üslubuyla adeta görsel bir atmosfer yaratıyor. Muhataplarına yaşayıp gördüğü her şeyi göstermeye çalışıyor. Günlük hayatın ayrıntılarını ve aile meselelerini ustaca yönetirken tutuklanma gerekçesinin aydınlanması için de her yolu deniyor. Bunun için İngilizler tarafından yargılanmaya bile razıdır. Kısa sayılabilecek mektuplar boyunca, Ahmet Ağaoğlu’nun dönemin aydınlarıyla kurduğu geniş yakınlıkları da takip ederiz. Sıklıkla sağlığının yerinde olduğundan, havanın güzelliğinden dem vururken alttan alta bir direnci yaşattığına da şahit oluruz. Özellikle mektubun nasıl da etkili bir iletişim aracı olarak kullanıldığını görürüz.
Özellikle dönem romanı yazmak isteyecekler için dil ve üslup yanında atmosfer ve psikoloji örnekleriyle dolu bu mektuplar: “Şimdi gece saat dokuz buçuktur. Dışarıda sıcak, yıldızlı bir sema, fakat hava sisli bir rutubetten pür-bela! Herkes kendi odasına tıkanmış ve ihtimal ki benim gibi ciğer köşeleri ile hayalen görüşüyor!”, “Masanın bir tarafında birkaç Tayms (Times) gazeteleri diğer tarafında birkaç İngilizce ve Türkçe kitaplar.” Sicilya’nın karşısındaki Malta’dan insana dair tanıklıklar. “Dört gün sonra nevruzdur” diyecek kadar takipçi bir zihnin izleri.