Güncelleme Tarihi:
Edebiyatta klasik eserlerin yeniden yazımları yalnızca kültür piyasasının iştahını kabartan şaşaalı yıldönümleri ve projelerle ilgili görünebilir ama bu metinlere meczup bir çağı iyileştirip ayakları üzerine dikecek, hayata ve kavramlara o soylu sadeliği kazandıracak güçleri için de ihtiyaç duyulduğu bir gerçek. Bitpazarına nur yağması biraz da bu yüzden. Çoktandır fantastik dünyanın uçuculuğunda başı dönen edebiyat, insana dair pek az şey söyler oldu. Gündelik hayat bütün sıkıcılığıyla edebiyatın oyuncu, eğlenceli dünyasından kovuldu. Bu yüzdendir ki klasikler niçin okunur ya da okunmalıdır sorusunun cevabı birçok insan için net: Klasikler insanı anlamanın ve anlatmanın yoludur. Yolunu şaşırıp kendini büyülü ormanların içinde ya da Nietzschevari kötücüllüklerin cirit attığı yeraltlarında aramaya kalkışan şaşkın yolcular için bile böyle bu.
Shakespeare’in ölümünün 400. yıldönümü dolayısıyla başlatılan ‘Shakespeare Yeniden’ serisi Shakespeare’in, Jeanette Winterson, Margaret Atwood, Ann Taylor, Jo Nesbo gibi yazarlar aracılığıyla içinde yaşadığımız çağa gönderdiği birer mektup olarak okunabilir. Mektubun adresini bulması ise deyim yerindeyse ‘aracı’nın çağlar öncesinden gelen bu gizemli dili günümüz okuruna tercüme etmekteki ustalığına bağlıdır.
Peki, Shakespeare’in 16. yüzyılın dünyası üzerine kurulu oyunları bize ne anlatabilir? ‘Damızlık Kızın Öyküsü’ adlı distopyasından yapılan dizi uyarlamasının (The Handmaid’s Tale) bu yılın önemli bütün Emmy Ödülleri’ni topladığı, ekim ayında düzenlenecek Frankfurt Kitap Fuarı’nda Barış Ödülü alacak olan Margaret Atwood’a soracak olursak çok şey! Atwood, Shakespeare Yeniden serisi içerisinde payına düşen ‘Fırtına’yı alıp Prospero’nun büyülü adasındaki cinlere şapka çıkartacak bir ustalıkla yeniden yazmış. Kitabın adı Fırtına’nın belalı Caliban’ından geliyor: ‘Cadı Tohumu’.
Entrika, ihanet ve intikam üzerine kurulu ‘Fırtına’, Shakespeare’in o çok sevdiği iktidar, güç, yozlaşma ve insan doğası sorununu tartışır. Kardeşi tarafından alaşağı edilen Milano Dükü Prospero, kızıyla birlikte bir teknenin içinde denize bırakılmıştır. Sığındıkları adada Prospero’nun günleri artık Ariel adlı cininin yardımıyla intikam planları kurarak geçmektedir. Gerçekliğe ve doğaya Terry Eagleton’ın deyimiyle, ‘yaratıcı kelam’ aracılığıyla müdahale eden Prospero için doğaüstü aslında sanatın ve yaratıcılığın ta kendisidir. Ariel’le dile gelen yaratıcı kelam, yeni bir gerçeklik inşa eder. Prospero’nun yarattığı bu gerçeklikte kötüler cezasını bulmuş, Prospero, kızı Miranda’yla birlikte tutsaklıktan kurtulmuş, Ariel’i de özgür bırakmıştır.
‘Cadı Tohumu’nda ise Prospero’nun büyülü adası yerine Fletcher Cezaevi var. Arkadaşı ve yardımcısı Tony’nin düzenlediği kumpasla işi elinden alınan tiyatro yönetmeni Felix ölü kızının hayaliyle yaşadığı kulübede hayatın o kıpırtısız yeknesaklığına sığınmışken bir ‘fırtına’ya tutulur. Fletcher Cezaevi’ndeki Edebiyat Yoluyla Okuryazarlık Kazandırma Programı için eğitmen arandığını bildiren gazete ilanına başvurur. Ve işe başlar başlamaz ayaktakımını edebiyata ısındıracak bütün ‘sevimli’ metinleri elinin tersiyle bir kenara iter. Shakespeare sahneleyecektir, hırsızlardan, dolandırıcılardan oluşan grupla. İşinden atıldığı için sahneleyemediği ‘Fırtına’yı...
Kültür kenar mahalleye geri dönüyor
“Kültürü doğuran emektir ve emek, haksızlığa uğramış bir ebeveyn misali, çektiği acıların tesellisini evladının başarısında bulur. Kültür ise kendi payına, kenar mahallelerden çıkma bir pop yıldızı misali kılıksız ebeveynini kabul etmek konusunda tam anlamıyla isteksizdir” diyor Terry Eagleton ‘İyimser Olmayan Umut’ta... Atwood da ‘Cadı Tohumu’nda Shakespeare’in soylu belagatiyle konuşan Kültür’ü, kılıksız ebeveynlerinin hırsız uğursuz hısımlarıyla hemhal etmek, onu bu kültürleşmemiş muhayyilenin ellerine bırakmak konusunda pek istekli doğrusu. Belli ki içten içe Kültür’ün kibar salonlardan değil, kenar mahallelerden geçerek o ışıltılı zekâsına, dünyaya meydan okuyan cüretkârlığına kavuşacağına, ayaktakımının sözün büyülü gücünü ele geçirince dünyayı yeniden kuracağına inanıyor.
Öyle de oluyor! Shakespeare’in izin verdiği kadar küfretmeyi öğrenen mahkûmlar ile kendini yoksun ve öfkeli bir yaratıcılığın ellerine bırakan Kültür, birlikte harika bir iş çıkarıyorlar. Ne Ariel’in ne Caliban’ın ne de başka doğaüstü güçlerin olduğu cezaevinde her şey ayaktakımının hünerine kalmıştır. Başlangıçta Felix onlara, onlar da Felix’e, Shakespeare’e ve ‘Fırtına’ oyununda ‘erkeksi’ ve şeytani olmayan bütün karakterlere burun kıvırırken, sonraları ortak bir dil oluşmuştur. Kravatlıların cezaevindeki okuryazarlık programını bütçe kısıntısı nedeniyle kaldıracaklarını öğrenen mahkûmlar için de intikam vakti gelip çatmıştır çünkü. Shakespeare’in kötücül Caliban’ı ayaktakımının soysuz isyanının adıdır artık:
Cadı Tohumu siyahtır, Cadı Tohumu esmerdir,
Cadı Tohumu Kızılderili’dir, aldırmaz kaş çatmanıza,
Cadı Tohumu sarı benizlidir, Cadı Tohumu yoksul beyazdır,
Herkes başka bir şey der ona, geceleri dolaşır hep,
İtip kaktınız onu hep, korku saçıyor artık,
Cadı Tohumu o!
Cezaevine mahkûm tiyatrosunu izlemeye gelen kravatlılar, tıpkı Prospero’nun hasımları gibi neye uğradıklarını şaşırırlar. Mutlu son, intikamdır. Mahkûmların ve Felix’in yaratıcı kelamı ise öfkeyle yorumladıkları Shakespeare dizeleridir. Sanat bir kez daha gerçeği değiştirmiştir.
Okur için esas zorluk ise bu baştan aşağı zekâyla dolu Shakespeare yorumunun şifrelerini çözmek değil, Shakespeare’in deyimiyle “Şenlik sona erdiğinde” hangi yorumun daha güzel ve isabetli olduğuna karar vermek: Atwood’unki, Felix’inki ya da ayaktakımınınki? Hemen söyleyelim ki, bıçkın belagatiyle kenar mahalle
Shakespeare’i hiç de fena değil!