Güncelleme Tarihi:
Sinema ile edebiyat ilişkisi her ne kadar çoğu zaman tartışmalı bir zeminde gündeme gelse de beyazperdenin kitaplardan beslendiği yadsınamaz bir gerçek. Tartışma genelde film uyarlamalarının kitaplarla ne kadar örtüştüğü konusunda yapılır sık sık. Bunlardan biri de ‘Rosemary’nin Bebeği’. Roman Polanski’nin 1968’de sinemaya aktardığı, başrollerinde Mia Farrow ile John Cassavetes’in oynadığı film, Ira Levin’in 1967 tarihli aynı adlı romanından uyarlama. 54 yıl sonra Türkçeye çevrilen kitap, korku türünün en iyi örnekleri arasında hiç kuşkusuz. Truman Capote’nin “Modern şeytanlığın gizem dolu dâhice öyküsü” yorumundan da bunu anlamak mümkün. Ya da Chuck Palaniuk’un kitaba yazdığı önsözde “1967’den beri elinizde tuttuğunuz bu klasiğin yanına yaklaşabilen başka bir kitap daha olmamıştır!” demesinden.
TANRI ROSEMARY’İ CEZALANDIRACAK MI?
Kitabı okuyunca Palaniuk’a hak vermemek mümkün değil. Aradan geçen 54 yılda edebiyatta korku ve şiddetin dozu giderek artsa da bu kitap kadar okuru tedirgin etmeyi başaran az örnek olduğunu söylemek lazım. Kitap adından da anlaşıldığı üzere Rosemary’nin hikâyesi. Katı Katolik bir ailede büyüyen Rosemary, ailesini kaybetmek pahasına Proteston Guy’la evleniyor. Tek istediği çok çocuklu kocaman bir aile olmak. Kocasını çok seviyor sevmesine ama agnostik olmasından ötürü Tanrı tarafından cezalandırılacağından da korkuyor. Guy ile Rosemary ailelerini genişletmeye karar verince çocuk yetiştirmek için daha uygun olduğunu düşündükleri bir eve taşınıyorlar. Arkadaşlarının oranın tekin olmadığı konusundaki uyarılarını ise kulak ardı ediyorlar. Ancak taşınır taşınmaz tekin olmayan olaylar baş gösteriyor. Yaşlı komşuları Castevet’lerin evlerine aldığı ve hayatını kurtardıkları uyuşturucu bağımlısı fahişe Terry’nin intihar etmesiyle başlıyor her şey. Terry’yi çocukları gibi bağırlarına basan yaşlı çift onun ölümüyle tüm ilgilerini Rosemary ile Guy’a yönlendiriyorlar. Rosemary bu ilgiden tedirgin olsa da oyuncu kocası Guy yeni komşularını çok seviyor. Onlarla tanışınca işleri yoluna giriyor, art arda pek çok rol teklifi geliyor.
ŞEYTAN DÜNYAYI ELE GEÇİRECEK!
Yaşlı komşuların hayatlarına müdahalesi her geçen gün artıyor. Hatta çocuk sahibi olmayı reddeden Guy, Rosemary’nin sarhoş olduğu bir gün onu hamile bırakmak için yarı baygın olmasına rağmen ilişkiye giriyor. Ancak sonra anlıyoruz ki aslında o gün Rosemary’yi hamile bırakan kocası değil Şeytan ve o tatlı yaşlı çift Şeytan’la işbirliği içinde. Ve istedikleri Rosemary’nin bebeği. Babası Şeytan olan, bu dünyaya Tanrı’nın egemenliğini yıkmak için gelen bebek... Sonrası da kitapta. Çok sade ve heyecanlı bir dilde yazılmış kitap. Başta da dediğim gibi geçen 54 yılda bu türde pek çok kitap yayımlansa da bu kadar iyisine rastlamak çok kolay değil. O yüzden tavsiyem, kitabı okuyup üzerine de filmi seyredin!
Filmden İlgİnç notlar
Roman Polanski’nin ilk Amerikan filmi olan ‘Rosemary’nin Bebeği’nde yönetmen, önce Tuesday Weld ya da hamileyken feci şekilde öldürülen eşi Sharon Tate’in oynamasını istemiş. Ancak gişe beklentisiyle Frank Sinatra’nın eşi olarak ünlenen Mia Farrow’a önerilmiş rol. Farrow’un rolü kabul etmesi Sinatra’yı çok kızdırmış ve daha çekimlerin ortasında boşanmışlar. Erkek başrol oyuncusu için Robert Redford ve Jack Nicholson düşünülse de Polanski, John Cassavetes’te karar kılmış. Film, o dönem çok ses getirmiş, pek çok ödül kazanmış.