Güncelleme Tarihi:
Ortada bir cinayet varsa eğer, bu cinayetin faili yalnızca katil midir? Ya da o cinayet o an mı işlenmiştir, yoksa yıllardan beri kendini mi çağırmaktadır? Peki ya hayatı boyunca sevilmemiş biri, sözde yakınları tarafından kaç kere öldürülür? Üçüncü romanı ‘Soyka/Benim Hikâyem’de, Bedia Ceylan Güzelce tüm bu soruların etrafında gelişen bir hikâyeyi ilmek ilmek örüyor.
Bir cinayet soruşturmasıyla açılıyor önce roman. Kınalıada’da bir cinayet gerçekleşmiştir. Görünürdeki birinci dereceden şüpheli ise ölen Salih’in sevgilisidir. Başkomiser Demir, Zeynel adlı bu genç kadını sorgulamak için her zamanki klasik yöntemlerin dışına çıkmaya karar verir. Kendi geliştirmiş olduğu bu yönteme göre, şüphelinin anlattıklarından yola çıkarak, hikâyede geçen kimi kelimelerin şüphelide çağrıştırdıkları üzerinden hikâyesini ve sorgulamayı derinleştirecektir.
Ve böylece Zeynel/Soyka’nın uzun sürecek sorgusu/hikâyesi başlar. Ailesinin çocukken taktığı Soyka lakabıyla çağrılmaya öylesine alışmıştır ki gerçek adını bile unutmuştur artık genç kadın. Adana’da, bir Yörük kızı Yıldız ile ağa oğlu olmasına rağmen elinde çiftlik evinden başka şey kalmamış Sami’nin kızı olarak doğmuştur. Tek çocuktur ama anne-baba sevgisi ve şefkatini hiç görmemiştir. Geçim derdinde haftalarca evden uzak kalan anne ve babası yerine onu, Nalan ile çiftliğin kâhyası Apo büyütmüşlerdir. Nalan kim midir? Görünürde dedesinin zamanında acıyıp yanlarına besleme olarak aldığı, babası Sami’nin manevi ablası, ancak aslında Sami’nin karasevdalısıdır ve Soyka’yı kalbindeki sevgi yerine ruhundaki nefretle büyütmüştür. Tek çocuk olma konusu da biraz karışıktır bu arada. Küçük bir erkek kardeşi olmuş ancak bebekken beklenmedik bir kazada ölmüştür. Soyka ise bu hayatta belki de gerçekten yalnızca kardeşini saf bir sevgiyle sevmiştir, bir de köpeğini ve de Salih’i... Salih’le 18 yaşında gittiği bir İstanbul okul gezisinde tanıştıktan sonra, dönüşte kalbini Salih’te bırakmıştır. O günden sonra tek bir amacı olacaktır Soyka’nın: Okuyup kapağı İstanbul’a atmak ve onun yuttuğu Salih’i de arayıp bulmak... 148 sayfalık bu güzel ‘novella’da görünürde yaşananlar bu olsa da, bütün güzel ve iyi yazılmış hikâyeler gibi asıl olarak içine doğru derinleşiyor. Bir tür polisiye gibi başlayan öykü, giderek psikolojik bir gerilime dönüşürken, yazar da asıl olarak aşka, ölüme, sevgiye ve çocukluğa dair meseleler etrafında ustaca dolaşıyor. Ama her şeyden önce dilinin şiirli güzelliğiyle dikkat çeken bir öykü bu. Ama asıl olarak uzun bir şiir demek daha yerinde belki de... Zaten yazar da “Şiir, hayatın ağzında bıraktığı tattır” derken, asıl olarak kayıp bir hayatın ağızda kalmış şiirini yazmaya soyunuyor. Ama bu sert ve acıtan bir şiir... Zaten bu fazlasıyla düğümlü bir hikâye... Bir bakışta, sevgisiz geçen bir çocukluğa ve onun yarattığı sonuçlara dair bir ağıt olarak okunabiliyor. Bir diğer bakışta cinayet kavramı, gerçek suçlu ve suçu yaratan etmenler üzerine kafa yoruyor. Farklı çiftlerin iç içe geçtiği üstü kapalı bir cinsellik ve tutku öyküsüne dönüşebiliyor. Yine de bunun zor anlaşılır bir hikâye olduğunu sanmayın sakın. Aksine, net ve tok bir sesle ilerliyor. Bu son derece hüzünlü hikâye, çağdaş anlatım tekniğinin yanında üslubuyla ise adeta bir yanıyla Yaşar Kemal’den el alırken, diğer eliyle sanki Güney Amerika edebiyatına uzanıyor. Yüzler ve mekânlar bir rüya gibi tüm görselliğiyle gözünüzün önünden akarken, hüzünlü ve sert hikâyesi sizi bir an olsun rahat bırakmıyor. Tıpkı soykanın anlamı gibi bu hikâye de, okunduktan uzun süre sonra bile ruhunuza musallat olmayı sürdürüyor. Soyka: Ölünün üzerinden çıkan, ölüden kalan giysiler...
SOYKA/ BENİM HİKÂYEM
Bedia Ceylan Güzelce
Çınar Yayınları, 2018
148 sayfa, 14 TL.