Güncelleme Tarihi:
Öyle bir dildir ki heykel, düş(ünce)leri uyandırır. Kadim ay tanrı(ça)sı, suların üzerinde yakamozlanan o ince ışık yolunda yürüdü... Gözlerinde merak ve umut, heyecan ve güzellik vardı. Bir elini toprağa, bir elini suya soktu. Avuçladıklarını birleştirdi dışarıda sonra, yoğurdu güzelce. Öteden beriye mağara duvarlarına çizilen resimler, yaptığı figür ile üç boyutlu olarak hep yanında olacaktı. Yol arkadaşı olacaktı tasada ve kıvançta.
Yaşam somut bir şey: Geziyorsunuz, konuşuyorsunuz, görüp anlamaya çalışıyorsunuz. Görüp anladıklarınızı kendi düş(ünce)lerinizle harmanladığınızda yeni bir somutlukla, yeni bir cümle kurmuş oluyorsunuz. Başkaları da sizden görüp yeni bir ufka açılıyor sonrasında...
Kim bilir, belki de sanatın özünde yatan bu. Kendi düşlerinizden süzerek var ettiğiniz ve başkalarının ufkunu açtığınız işler.
Sahi, düşlerinizi neyle somutlarsınız? Yazarak, çizerek, seslendirerek... Uzar gider bu. Bir yere gelir tıkanırsınız. Yetmez olur hiçbiri. Bir son hareket istersiniz, bir şey... İçine girmek desem yalan olmaz. İçine girmek istersiniz, hafiften oyarsınız bir kenarından, özüne ulaştığınızda anlam kazanır düşleriniz bir kez daha...
Nilay Kan Büyükişliyen, içinde yaşadığımız tüm sorunlar yumağından sıyrılmanın, buna bağlı olarak ayakta dik durmanın arayışı içerisinde oluşturmuş yapıtlarını. Sizi alıp götürüyor bambaşka diyarlara... İçinizden yükselen o heves nefes olup çıkıyor ağzınızdan. Sizi sarıp sarmalıyor o küçük (ama etkisi büyük) heykeller.
YANSIYAN SİZİN DE ÖYKÜNÜZDÜR