Güncelleme Tarihi:
Yetmişinci yaşını kutladığımız Selim İleri ilginç bir kitapla okurlarla buluşuyor. ‘Bir Gölge Gibi Silineceksin’i çiziktirmeler diye tanımlamış. Selim İleri çok farklı türlerde eserler yazan velut bir yazar. Öykü ve romanları ağır bassa da esas verimini düzyazıda vermiş, deneme, anı, inceleme, söyleşi kitapları çoğunlukta. Ayrıca şiir, tiyatro oyunu, senaryo, antoloji ve derlemeleri de var. İyi bir İstanbul yazarı, İstanbul hakkında yazılarının, kitaplarının çokluğu da dikkati çekiyor. Yüzün üzerinde kitabı olduğunu tahmin ediyorum ve akademisyenlerimizden bir ‘Selim İleri Bibliyografyası’ beklediğimizi de belirtmek istiyorum.
‘Çiziktirmeler’ nitelemesi kuşkusuz okuru meraklandıracak. Bir küçümseme, daha doğrusu önemsememe hissi de oluşturuyor. Çiziktirme sözcüğü ‘çabucak yazmak çizmek’ anlamına geliyor. Mecazi anlamı da ‘baştan savma yazmak’. Doğrusu Selim İleri’den baştan savma bir eser, bir kitap beklemem. Ne yapıyorsa ciddiye alır. Bu tanımlamada kinaye olmalı.
TASLAKTAN ÇOK DAHA FAZLASI
Kitabın sonunda ve arka kapağında yer alan şu sözleriyle Selim İleri aslında çiziktirme derken ne yapmak istediğini de çiziktirmelerin içeriğini de açıklamış: “Buradaki, bu kitaptaki çiziktirmeleri handiyse gelişigüzel sıraladım, karşıma çıktıkları gibi. En eskisi herhalde bir otuz-otuz beş yıl önceden kalmış olmalı. Bazılarını ne zaman yazdığımı iyi kötü hatırlıyorum. Bazıları birtakım metinlerin ön çiziktirmeleri. Yarım kalmış taslaklar. Yarım kalmış tasarılar. Birçok yazıklanış... Bazıları, bütün bütün aklımdan çıkmış. Çiziktirmelerin en yenisi, bir dostun ölümünden sonra yazdıklarım, bu yıl. Kitaba alırken kimi çiziktirmeleri elden geçirdim; kimilerine hiç dokunmadım. Elediklerim, yok ettiklerim oldu. Defterlerde, dosyalarda, kitap aralarında kalmış başka çiziktirmeler..., kim bilir?..”
Selim İleri ‘Bir Gölge Gibi Silineceksin’de okuduğu kitapların arasında kalmış notlarını bir araya toplamış. ‘Metinlerin ön çiziktirmeleri’ ya da ‘Yarım kalmış taslaklar’ diye önemsemez gibi görünse de kitapta yer alan metinlerin hiçbirinde eksik kalmışlık duygusunu hissetmiyorsunuz. Hepsi tam birer deneme havasında. Okuduğu bir eseri ele alıyor, okuduğu metinden, eserden yola çıkarak yazar ve diğer eserleri hakkında görüşlerini yazıya döküyor ama sadece onlardan söz etmiyor. Okuduklarının çağrışımları, anımsattıkları da var, bu eserlerin kendi yazdıklarına, eserlerine nasıl yansıdığı da var. Okumalardan tamamen bağımsız olarak anımsamalar, duygular, kişisel sorunlara değinmeler de var. Gündelik yaşamından anlar da yer alıyor. Birçok eserinin yazılış serüveni, içeriklerinin oluşumu, esinlenişleri de satırlara yansıtmış. Yitirdiği dostları hakkında da yazmış. Duygularını içtenlikle belirtmiş. Okuma günlüğü olarak tanımlayabiliriz. Ama bir günlükteki gibi metinlerin başında tarih yok, başlık da yok. Kısa, vurucu denemeler okuduğumu hissettim. Her biri ayrı ayrı birer değer taşıyor.
Deneme, “Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düzyazı türü” olarak tanımlanıyor. ‘Bir Gölge Gibi Silineceksin’deki metinler tam da bu tanıma uygun.
VIRGINA WOOLF’TAN LÜTFİ AKAD’A...
Selim İleri’nin çok düzyazı eseri olmasına rağmen öyküsü ve romanı ağır bastığı için bu yönünün tam olarak değerlendirilmediğini söylemiştim. Ama geçenlerde sosyal medyada yapılan küçük bir ankette görüldüğü gibi Türk edebiyatının usta denemecilerindendir. Bu kitapta bunu bir kez daha idrak ediyoruz. Selim İleri, hakkında yazdığı eser, yazar ya da sanatçı hakkında çok önemli ve bilinmedik bilgiler verir ve özgün yargılarda bulunurken edebi tadı ihmal etmediği gibi metne kendini de katarak samimi davrandığını da hissettiriyor.
Peyami Safa, Mehmet Rauf, Halid Ziya, Peride Celâl, Abdülhak Şinasi Hisar, Sait Faik, Tolstoy, Virginia Woolf, Nezihe Meriç, Attilâ İlhan, Bilge Karasu, Mehmet Akif, Sabahattin Ali, Halide Edip, Reşat Nuri, Edip Cansever, Oktay Rifat, Katherine Mansfield, Gogol... Hale Asaf, Avni Lifij... Gönül Ülkü, Gülriz Sururi, Toto Karaca... Tülay Tura Börtecene, Toulouse-Lautrect... Lütfi Akad, Ömer Kavur, Mualla Sürer... Selim İleri’nin sadece okuma dünyasını belirleyen yazarları değil resim, müzik, sinema ve tiyatro gibi diğer sanatlarda ilgisini çeken sanatçılar hakkında görüşlerini, anımsamalarını, duygularını da okuyoruz bu denemelerde. Bu açıdan kitabın önemli eksiği isimler ve eserleri içeren bir dizini olmaması, bir dahaki baskıya eklenmeli. Özellikle Türk edebiyatı üzerine çalışanlar için önemli bir kaynak niteliğinde ‘Bir Gölge Gibi Silineceksin’. Tabii dizinde Selim İleri’nin eserleri de yer almalı. Eserlerinin can alıcı noktaları, bilinmeyen ayrıntılar, eserler ve metinlerarası bağlar hakkında bizzat yazarının açıklamaları da var kitapta.
‘Bir Gölge Gibi Silineceksin’ büyük bir ustadan, Selim İleri’den okurlarına ve belki de kendine de 70 yaş armağanı. Keyifle okunan, Selim İleri’nin okuduklarını, okurken aldığı notları, değerlendirmelerini birer deneme bütünlüğünde edebi tat alarak okurken yazar ve eserleri hakkında yeni bilgiler edindiğimiz nadide bir eser.
KİTAPTAN...
Tiyatro tasarılarımdan, düşlerimden biriydi ölü Sabahattin Ali’yle ölü Nihal Atsız’ı bir araya getirmek. İnançlar, ideolojiler, yanılgılar, pişmanlıklar etrafında kıran kırana bir oyun. Sonra Sabahattin Ali’yi aradan çekmiş; bu hayalimi, Atsız, Suat Derviş ve Deniz Gezmiş’le kurmaya çalışmıştım: Deniz Gezmiş’in son gecesi, sabaha asılacak...
O da gerçekleşmedi. Sabahattin Ali ve Atsız esinli roman kişilerimi Solmaz Hanım/Kimsesiz Okurlar İçin’de yaşatmaya çalış çalıştım. 1940 sonrasının çalkantılı, kırımlı siyaseti baş roldeydi. Solmaz Hanım’ın şizoid dünyası daha epey sürecekti...
Sabahattin Ali’yi de tıpkı Sait Faik gibi 1960’ların iyice sonunda Varlık Yayınları’nın yeni basımları sayesinde okudum. Daha önce eserlerini bulmak imkânsızdı. Sabahattin Ali’nin, tıpkı Nâzım Hikmet gibi, memlekete zararlı bir insan olduğunu çok işitmiştim.
Memlekete zararlılığın ölçütü kişiye göre değişiyor olmalıydı ki, Sabahattin Ali bazan “vatan haini”, bazan “komünist”, bazan “vatan haini bir komünist”. Kısacası, uzak durulacak bir edebiyatçı. Ama eserlerini hep merak ediyordum.
(...)
Trajik son, gelgitli yaradılış, düşünce ve davranışlardaki fırtına... Tümü de Sabahattin Ali’nin eserinde olanca acısıyla duyumsanır. Birçok öyküsündeki trajik sonlar, romanlarının trajik noktalanışı, günün birinde kendi alınyazısı olup çıkar. O yıllarda Sabahattin Ali’nin öldürülmüş olması bile gizlenirdi. Biyografilerde, antolojilerde “1948’de öldü” denmekle yetinilirdi.
(...)
1990’larda, Cevdet Kudret kendi antolojisinin üçüncü, son cildinde, “Öldürülme olayı bugüne değin aydınlanmış değildir; bunun, senaryosu önceden hazırlanmış bir tuzak olduğu söylentileri vardır” diye yazıyor.
(...)
Niyazi Berker’in anıları Unutulan Yıllar, Sabahattin Ali, Sabahattin Ali-Nihal Atsız dostluğu ve dargınlığı, düşmanlaşması konusunda çok önemli bilgiler verir, ürpertici tahlillerle donatır okuru. Bugün, koltuğunun altında Kürk Mantolu Madonna’yla dolaşan, sözümona okurların kaçını ilgilendirir bunlar?!