Güncelleme Tarihi:
Gürer Aykal, Türkiye’de ‘orkestra şefi’ denildiğinde muhtemelen ilk sırada akla gelen, ismi bu meslekle bütünleşmiş bir şeftir. 75 yaşına erişmiş olmasından dolayı ‘mesleğinin duayeni’ olarak da tanımlayabiliriz onu. Ülkemizin klasik müzik bestecileri ve yorumcuları üzerine yazdığı biyografik ve kurgusal kitaplarıyla tanıdığımız müzik yazarı Evin İlyasoğlu, Gürer Aykal üzerine son 5 yılda 2 ayrı biyografi kitabı yayımlayarak sıradışı bir olaya imza attı. Remzi Kitabevi’nce bu ay yayımlanan ‘Şefle Yüz Yüze’ adlı ikinci kitap Borusan Kocabıyık Vakfı’nın siparişi üzerine beş yıl gibi geniş bir zaman diliminde yazıldı. Vakfın bu kitabı desteklemesinin sebebi, Aykal’ın 1999’da başına geçtiği Borusan Oda Orkestrası’ndan Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrası’nı yaratması ve bu güzide topluluğumuzun daimi şefliği ve genel müzik direktörlüğünü 2008’e kadar üstlenmesi. Aykal o yıldan beri BİFO’nun onursal şefliğini yapıyor.
İlyasoğlu, Aykal’ı çok yerinde bir deyişle ‘Cumhuriyet çocuğu’ olarak tanımlıyor. Aykal’ın Diyarbakır’da geçen çocukluğu ve ardından Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki delikanlılık yılları kitapta gayet edebi, hoş bir üslupla yazıya dökülmüş. Aykal’ın ‘mutlak kulak’ ile donatılmış üstün müzik yeteneğinin Milli Eğitim Bakanlığı müfettişleri (Biri de Halil Bedii Yönetken’dir) tarafından Diyarbakır’da okuduğu sırada keşfedilip derhal Ankara Devlet Konservatuvarı’na yatılı olarak yollanması, konservatuvarda ihtimamla okutulması vs. artık epeyi geride kalmış bir çağın siyah-beyaz fotoğraflarına dalıp gitmek gibi bir şey. Hele Nazife Güran’ın 1959’da kurduğu Diyarbakır Filarmoni Derneği Korosu üyelerinin sepya fotoğrafına uzun süre bakakaldığımı itiraf etmeliyim.
Herkese sırtını döneceksin!
Aykal’ın müzikteki yeteneğini, Anadolu’nun çeşitli illerinde müzik öğretmenliği yapan ve birçok enstrümanı çalabilen babası ‘Tevfik Hoca’ya, yeşil gözleriyle öne çıkan yakışıklılığını ise olağanüstü güzellikteki annesinin genlerine borçlu olduğu anlaşılıyor. Aykal katıksız Atatürkçülüğünü de babasına borçlu. Aykal’ın iki ağabeyi ve ablası vefat etmiş, sekiz yaş küçük kız kardeşi Gülören Cangal ise hayatta. Aykal’ın konservatuvar yıllarında başından geçen ‘Diyarbakırlı falcı Gürcü bacı’ hikâyesi okuru gülümsetiyor. Falcı bacının şöhretini duyan büyük sınıftan ablaları Diyarbakır’a gideceği zaman genç Gürer’in eline 25 kuruş sıkıştırıp dileklerini söylerler. Bu ablalar sonradan Türkiye’nin ünlü primadonnaları olurlar. Gürer dayanamayıp bir gidişinde kendi 25 kuruşunu da sıkıştırır falcı bacının eline ve şu kehanet dökülür kadının dudaklarından: “Hepiniz meşk ediyorsunuz, sen ayakta meşk ediyorsun, ama gün gelecek herkese sırtını döneceksin.”
Aykal’ın çalışma yöntemi
‘Şefle Yüz Yüze’ kitabının belki de en takdir edilmesi gereken yanı, orkestra şefliğinin üzerindeki sır perdesini kaldırmaya teşebbüs etmesi ve bu gayretinde kanımca başarılı olması. Şeflik ülkemizde olduğu gibi dünyada da en az anlaşılan mesleklerin başında gelir. Hâlâ pek çok insan -ki aralarında iyi eğitimliler de vardır- orkestra şefinin podyumda ne tür bir işlev gördüğünden haberdar değildir. İlyasoğlu doğru bir tercihle kitabın başında şefliğin geçmişten bugüne geçirdiği evreleri sayıp dökmüş ve karmaşık bir yapıya bürünen günümüz orkestraları için şefin neden artık yaşamsal bir gereksinime dönüştüğünü çok yalın bir dille anlatmış. ‘Tarih Boyu Şef ve Orkestra’ başlıklı ilk bölümle Gürer Aykal’ın dilinden anlatılan ‘Her Notanın Hesabını Vermek’ bölümünü sırf bu yüzden her ciddi müziksever dikkatlice okumalı. O satırlarda Aykal’ın çalışma yöntemlerine de şahit oluyor; Berlin Filarmoni, Karajan, Abbado gibi orkestra ve şeflere olan büyük hayranlığını öğreniyor, eşlik ettiği solist karşısında sergilediği konukseverliğe verdiği önemi kavrıyoruz.
Şefliğin incelikleri
Kitabın bir başka doyurucu tarafı da, Aykal’ın yıllardır birlikte çalıştığı solistlerin meslektaşlarını, öğrencilerininse hocalarını anlattıkları satırlar. Bu satırlar okunduğunda ‘şef Gürer Aykal’ın olağanüstü disiplinli, sıkça yinelenen hatalar karşısında affediciliği olmadığı, konserde solisti her zaman el üstünde tutan mükemmel eşlikçiliği, dillere destan net vuruş tekniği, nerede gireceklerini üyelere zamanında haber vermekte kimsenin eline su dökememesi ve gençlere hep sempatiyle yaklaşması gibi özellikleri ön plana çıkıyor (Görüş bildirenlerin genellikle aynı niteliklere vurgu yapmasından dolayı bu bölümde biraz tekrara düşülmüş. Öte yandan, Aykal’la bugün kavgalı olan Fazıl Say’ın da şefi yere göğe sığdıramayan görüşlerine yer verilmesi hayli manidar olmuş. Bu arada sayfa 60’ta Suna Kan’ın görüşlerini içeren paragrafın sayfa 156’da Sumru Güner’in görüşlerini içeren metnin bir paragrafıyla aynı olması da göze çarpıyor). Özellikle, öğrencileri olmuş genç şeflerin hocaları hakkındaki -şeflik mesleğinin türlü inceliklerini de öğrenebileceğiniz- yorumları gerçekten paha biçilmez cinsten.
Aykal’ın bestecilerimizle kurduğu yakın ilişkilere de kitapta bolca atıf var. Ankara çıkışlı olmasından dolayı ‘İstanbullu Cemal Reşit Rey’e mesafeli kalması kafamda hep bir soru işareti olarak kalmıştır ama kitapta Aykal’ın Rey’i sonradan tanıma fırsatı bulduğu için eserlerine yeterince eğilemediğini ‘itiraf etmesi’, İstanbul’a her geldiğinde son yıllarını yaşayan bestecimizi evinde ziyaret etmesi ve Rey’in kitaba ekli CD’lerde iki eseriyle yer alması gayet sevindirici.
Kitaptan...
“Stravinski aslında bize hiç de yabancı olmayan bir bestecidir. Bir Türk orkestrası Stravinski’yi Avrupalılardan daha iyi çalmalıdır. Türk müzisyenin Stravinski’yi algılaması Avrupalıya göre çok daha kolay olmalıdır. Halk müziğini iyi biliyorsanız, Stravinski’yi doğru çözersiniz. Onun kendi tartılarından yola çıkarsanız, neredeyse hangi türkümüze benzediğini bile bulabilirsiniz. Bu konuda bu kadar net ve iddialıyım.”
“O değnek beyazdır, onun ışığı vardır. Orkestracılar gözlerinin bir ucuyla önlerindeki notaya bakarken bir ucuyla da şefin hareketlerini izlerler. O bagetin temposu önce başkemancıya, sonra tüm üyelere yayılır.”
“Orkestra şefi bir eseri iyice çalışan, özümseyen, kendi benliğiyle özleştiren, sonra da bugüne kadar edindiği kültür ve bilgiler doğrultusunda onu orkestradan almasını bilen kişidir. Dünyanın çeşitli köşelerinde orkestra şefini elini kolunu sallayan bir adam olarak görenler vardır. Nedir ki, orkestra üyeleri çalıyor, o sadece elini kolunu sallıyor! Basit bir meslek gibi kabul edilir. Oysa orkestra şefi, yüzyıllar önce yazılmış bir eseri kâğıtta duran sessiz notalardan sesli dinletiye, yaşama geçirten kişidir. Bestecinin yazdığı her notanın hesabını vermekten sorumludur.”
Gürer Aykal podyumda ilk izlediğinizde sizde nasıl bir intiba uyandırmıştı?
Onu 1976’da İstanbul Müzik Festivali’nin açılışında CSO’yu yönettiği bir konserden anımsıyorum. Sonraki yıllarda art arda Ankara Oda Orkestrası konserlerini de izlemiştim. Yaptığı işe son derece yoğunlaşan, her şeyden önce müziğine odaklanmış bir şef izlenimi veriyordu.
Aykal kendisini anlatmayı fazla sevmeyen bir insan olarak bilinir. Kimlerden en fazla faydalandınız onun hakkında yazarken?
O zaman, galiba ilk kez bu kitap için kendini anlattı! Onun anlattıklarından yola çıkarak diğer altbaşlıkları oluşturdum. Ailesinin tarihini, geçen yıl yitirdiğimiz ağabeyi Ergün Aykal’dan dinledim. Tabii genç şefler, öğrencileri, eski okul arkadaşları ve ABD’deki orkestra üyeleri de onun şefliğe hazırlanmasını ve meslek yaşamını anlattılar.
Kitabın tamamlanması bir hayli uzadı diye biliyoruz. Neydi bu gecikmenin sebepleri?
Birincisi, ben eşimi yeni yitirmiştim. Kafamı toplayıp konuya yoğunlaşmam biraz zaman aldı. İkincisi, kitaba ekli CD’deki eski kayıtlara ulaşılması, temizlenmesi, dengelerin kurulması da teknik ekibi oyaladı. Kitap ve kayıtlar arasındaki organik bağ kitabın son bölümünde meydana çıkıyor. Her CD’deki yapıtların anlatımını önce Gürer Aykal’ın genç şeflere öğütlerinden ve esere kendi bakış açısından öğreniyoruz. Ardından, daha nesnel, müzikbilimsel açıklamayla metin bir konserin program notu gibi gelişiyor.
Ferit Tüzün’ün bir eserinin kayıtlar arasından son anda çıkarılmasının sebebi nedir?
Bu acıklı bir konu. Tüzün çağdaş müziğimizin en alımlı yapıtlarını üreten, yurtdışında en çok çalınan bestecilerimizden biri ama onun yapıtlarını konser-kayıt programına almak korkulu rüya. Bu kez de aynı barikata takıldık. Hak sahibi olan yeğeni meslek birliğine yatırılan parayı son dakikada iade edip önceden verdiği onayı da reddetti. Böylece altıncı CD’de yer alması gereken ‘Çayda Çıra’ son gece CD’den çıkartıldı, şimdi o CD doğrudan Saygun’un Keman Konçertosu’yla başlıyor. Üstelik kitaptaki yazılı bilgiler de öylece kaldı. Bilemiyorum, Tüzün’ü esirgemekle eline ne geçti acaba yeğeninin?
Son olarak, Gürer Aykal’ın sanatımızda ne türden bir yeri ve değeri olduğunu düşünüyorsunuz?
Kurduğu orkestralar ve müzik topluluklarıyla, yetiştirdiği genç şeflerle, disiplin anlayışıyla ve çağdaş Türk müziğini yurtiçinde ve yurtdışında tanıtmasıyla, önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.