Güncelleme Tarihi:
‘Temiz Kağıdı’ bir süredir çıkmasını beklediğim kitaplardandı. Yazarını bizzat tanıyor, onun yazı dünyasına ve yazar kişiliğine dair bildiklerim bu beklentiyi güçlendiriyordu. Yazının tam da içinden gelen ve bunu hayatla içselleştirip mizaca dönüştürebilen ender insanlardan biridir Mustafa Çevikdoğan. Bana göre bu ilk kitap biraz da gecikerek geldi. Kendisini geri çekip yazıya ve yazara odaklanınca yazan kişinin hem tereddütleri artar hem de beklentileri. Oysa kitabın bir an önce gün yüzüne çıkması hem yazarın kendisini sigaya çekmesi hem de ortamın ölçüsüne dahil olması gerekir.
Yazıyı ve yazarı özellikle vurgulamam boşuna değil. Mustafa Çevikdoğan, öykülerini günlük hayatın ateşinden çekip çıkarsa da geride, saklı özne olarak, yazanın bizzat kendisi kalır. Bu bir yandan oyun gibi gözükse de “Ben buradayım sayın yazar, sen neredesin acaba” (Oğuz Atay) göndermesiyle, özneden özneye açılır ve kendi varoluş psikolojisinin tereddüdünü imler. Özne her durumda yerinden memnun değildir ve bu onda eleştiri ile ironiye dönüşür. An içinden sonsuza göz kırpan, kültürel arkeoloji diyebileceğimiz duyarlık, okurda bir teyakkuz hissi de uyandırır. Olay hiçbir şeydir bu öykülerde. Baştan sona anlatılan olaylar, hikâyeler elbette hep vardır ancak Çevikdoğan, sebebe, daha içe, derine bakmaya teşnedir.
İlk kitaplar bir yandan yazarın dilsel arayışlarını da hissettirir bize. Bu bağlamda, ‘Sıkça Sorulan Sorular’ öyküsündeki dil ritminin uzun vadede yazara daha yol göstereceğini söyleyebilirim. Rüya, fantastik öğeler, mizah duygusu, ironi ve gündelik hayatın eleştirisi ‘Başlangıcın Sonu’ öyküsündeki canlı atmosferin ateşleyicileri. Hayatı incelerken sistemin arasında sıkışıp kalmış özneyi bulup çıkarma çabası önemli. Hatta ve hatta içten içe yazarı ve yazarlığı mizahının çemberine çekmesi kendi iç eleştirisini de hep yaşatabileceğinin göstergesi.
Duyusal, duygusal ve düşünsel bir salınım gücü de var ayrıca Mustafa Çevikdoğan’ın öykülerinde. Bilgiyi, bir istif ve dolgu malzemesine dönüştürmeden, kişiliğin ve toplumsal arkaplanın sebebi olarak devreye sokması, edebiyat bilgisini hayat bilgisine dönüştürme isteği derinden hissediliyor. ‘Köşesiz Adam’ öyküsünde olduğu gibi, anlatımı umulmadık alanlara çekiyor. “Her gece uyumadan önce mutlaka bir Çehov öyküsü okurum” diye başlayan bir öykü, bizi hem hikâyesi anlatılana hem bu hikâyeyi yazan yazara hem de asıl öyküsü verilen adama götürür. Özneler arası kaymalar hayatın çatma, çatışık ve çarpık akışıyla yoğrulur. Anlatırken saklama, adım adım açıp tekrar geri toplama bir teknik olarak yerinde kullanılıyor. ‘Temiz Kâğıdı’, kendi içinde parçalı bir akış taşıyor. Ortaya çıkış şekli konusunda tereddüt yaşamış bir yazarın ilk kitabı havası da var. Fakat sonuçta bütün parçalar bizi beliren bir yazara götürüyor.