Güncelleme Tarihi:
1 Kasım 1871’de Newark, New Jersey’deki Mulberry Place’ta doğan Stephen Crane, macera romanlarına yakışır bir hayat sürmüştü; kısa ve hızlı: çocukluğu şehirden şehre taşınarak geçti. 17 yaşında askeri okula gönderildi. Oradan Lafayette College’a, son olarak Crane Syracuse Üniversitesi’ne kaydoldu, ancak 1891’de 20 yaşındayken üniversiteden mezun olmadan ayrıldı. Sonra yazmaya ve gazeteciliğe başladı. 1893’te ilk romanı ‘Maggie’yi kendi parasıyla yayımladı. 1895’te -24 yaşındayken- yazdığı ‘Kızıl Cesaret Nişanı’ ile ünlendi. 1896’da Küba-İspanya Savaşı’nda, 1897’de Yunanistan’ın Osmanlı devletine karşı başlattığı bağımsızlık mücadelesinde, 1898’de Küba’daki İspanyol-Amerikan Savaşı’nda savaş muhabiriydi. Ancak hem sağlığı hem maddi durumu kötüleşmişti. İngiltere’de yazmayı sürdürdü ama zamanı kalmamıştı, 5 Haziran 1900’de Almanya’da hayata veda etti.
AMERİKAN İÇ SAVAŞI’NIN EN GERÇEKÇİ HİKÂYESİ
Crane, 29 yıllık yaşamı boyunca altısı roman olmak üzere değişik türlerde -kısa öykü, şiir, eskiz ve mektup- çok sayıda eser verdi. Yazmaya 20 yaşında başladığı düşünülürse, sadece dokuz yıla sığan parlak bir kariyer... Henüz olgunluk dönemine bile ulaşmamıştı ama natüralizmin Amerikan edebiyatındaki öncüsü olarak sanatsal bir devrim başlattı. 20’nci yüzyılın ilk yarısında -başta Edith Wharton, Jack London, John Dos Passos, James T. Farrell, John Steinbeck, Richard Wright, Norman Mailer ve Saul Bellow olmak üzere- pek çok Amerikalı yazar onun açtığı yolda yürüyecekti...
‘Kızıl Cesaret Nişanı’nda Crane, savaş koşullarını kullanarak natüralizmin bütün karakteristiğini sergiler. ‘Doğaya karşı insan’ ya da ‘kendine karşı insan’ çatışmasına gözünü diken bir yazar, malzemesini tam böyle bir ortamda bulacaktır; şiddet ve ölümle yüzleşen bireyin hayatta kalma güdüsü, hissettiği panik ve korku ya da cesaret hissi, hayatta kalma güdüsüyle giriştiği eylemler, hainlik, alçaklık, fedakârlık, kahramanlık kavramları...
Stephen Crane, ‘Kızıl Cesaret Nişanı’nda sözünü ettiğim bu malzemeyi Amerikan İç Savaşı’ndan derlemişti ama işin tuhafı iç savaş sona erdiğinde Crane henüz doğmamıştı bile. Roman, savaşın üzerinden otuz yıl sonra kaleme alındı. Buna rağmen gerçekçiliği nedeniyle büyük övgü aldı ki romanı övenler arasında H.G. Wels, Joseph Conrad gibi büyük yazarlar da vardı. 1861-1865 yılları arasına yayılan iç savaş, şimdilerde köleliğe karşı verilmiş özgürlük mücadelesi çerçevesinde anlatılmakla birlikte asıl mesele ABD ekonomisindeki değişimdi; tarıma dayalı ekonomiden sanayiye dayalı ekonomiye geçiş. İşin doğrusu bu savaşta siyasi atmosfer bulanık, kimin hain kimin kahraman olduğu belirsizdi.
Savaşın Crane’in zihnindeki imgesi de bulanık. İç savaşı karakterize eden ortamı puslu görüntülerle tasvir etmiş. Aslında iç savaştan, Kuzey ve Güney çatışmasından doğrudan söz etmiyor Crane. Çatışma mavi ve gri üniformalar arasında. Bu renkler iç savaşa gönderecektir okuyucuyu ama Crane’in arzusu belli bir savaşın ötesine geçmek ve daha genel bir hakikati yakalamaktır. Crane’e göre “Bir sanatçı hayata yaklaştığı ölçüde sanatkâr olur”. Hikâyesini bu fikriyattan hareketle kaleme almış, zamana ve mekâna mahkûm olmayan bir hikâye yaratmayı başarmıştır. Savaş hazırlığı yapan mavi üniformalıların kampında karşılaşacağız Henry ile. Okuduğu kitaplardan yarım yamalak öğrendiği şanlı savaşların hayali ile orduya katılmış naif bir genç adam.
Henry, kahramanlık hayallerinin peşinde koşarak, kiminle ve neden savaşacağının farkında bile olmadan, annesinin itirazlarına kulaklarını tıkayarak katılmıştır orduya. Onun zihnini dolduran bu hayaller hikâye boyunca leitmotiv olarak varlıklarını sürekli hissettirirler. Kahramanımızdaki değişimi yaratacak olan da bu hayallerle savaş gerçekliği arasındaki zıtlıktır. Öylesine soğuk bir gerçeklik ki, daha önce eylem içerisinde kendisini hiç sınamamış olan Henry’nin romantik hayallerini ve güven duygusunu paramparça edecektir. Genç adam savaş deneyimi kazandıkça; top/tüfek seslerine, yaralı çığlıklarına, cesetlere ve ne yazık ki öldürmeye alıştıkça gerçeği kabullenmeye başlar. Bu Henry’nin olgunlaşma sürecinin başlangıcıdır. Kendisini, hayallerini, diğer askerleri, üstlerini sorgulama lüksü yoktur, savaş mekanizmasının bir parçası olacaktır.
‘BİR BÜYÜK ŞİİR’
İster natüralist, ister gerçekçi, isterse fantastik bir anlayışın ürünü olsun; iyi anlatılmış, iyi işlenmiş her savaş romanı insani ve toplumsal dramları dile getirişiyle etkileyicidir. Yaklaşık 125 yıl önce yazılan ama değerinden hiçbir şey yitirmeyen ‘Kızıl Cesaret Nişanı’ gerek hikâyesi gerekse dili, üslubu ve kurgusuyla türünün en iyi örnekleri arasında. Aslında hikâyesinden ziyade biçimsel özelliklerini öne çıkarmak gerekir. İmge yüklü, çok renkli ve ışıltılı bir anlatımı var romanın. Tolstoy’un şaheseri ‘Savaş ve Barış’ı okurken farkına vardığımız gibi, hikâye ilerledikçe sesler, görüntüler, kokular yayılır ortalığa. Ama bunların kaynağı ne hikâyenin kendisi ne de tek tek olaylar ya da insanlardır. Sesler, görüntüler, kokular onların üzerinde savaştığı topraklardan yükselir; ormanların, çayırların, yolların, köprülerin, canlı ve cansız varlıkların hep birlikte yarattığı görkem ve uğultudan doğar.
Böyle bir atmosfer kurabilmek için gerçek varlık ve nesnelere ağırlık veren figüratif bir dil kullanmış Crane ve bunları çok güçlü imge ve metaforlarla görselleştirmiş. Öyle ki Ernest Hemingway ‘Kızıl Cesaret Nişanı’nı “bir büyük şiir” diye niteleyecektir. Ancak Crane’in şiirsel eseri savaşa methiyeler düzmez. Crane, savaşın çirkinliğini benzetmelerle, mecazlarla, metaforlarla tanımlarken, ölüm ve yıkımın ortasında doğanın güzelliğini vurgulamak için özellikle Henry’nin zihninden geçen görüntüleri kullanır. Savaşın çirkin yüzünü göstermek için başvurduğu bir diğer yöntem kişileştirme. Cansız bir nesneye, bir fikre insani özellikler atfedilmesini kastediyorum. Bu sayede orduyu tekil askerlerin oluşturduğu bir birlik olmaktan uzaklaştırıyor, savaşı canavarların çarpışması biçiminde algılamamızı sağlıyor.
Crane’in renkleri kullanışı akademik incelemelere konu edilecek kadar katkı sağlıyor anlatımına. Karanlık ve aydınlık, ölüm ve yaşam arasında yarattığı kontrast çok başarılı. Başta Henry, roman kişilerinin ruh hallerini ve davranış biçimlerini vurgulamak, savaşçıları ve savaş sahnelerini tasvir etmek amacıyla da başvuruyor renklere. Sonuçta ‘Kızıl Cesaret Nişanı’ empresyonist bir resamın tablosunu izlermiş hissi veriyor okuyucuya.
Henry’nin değişimi romanın en önemli izleği. ‘Kızıl Cesaret Nişanı’ savaşı anlatan bir roman ama aynı zamanda 250 sayfaya sığdırılmış bir ‘bildungsroman’, yani olgunlaşma romanı. Her ‘bildungsroman’ gibi ‘Kızıl Cesaret Nişanı’nda da kahramanın manevi gelişimi, karakter olgunlaşması ve dünyanın gerçeklerini kavraması süreci işlenmiş. Başlangıçta çelişik duygu ve düşüncelere sahip Henry’deki değişiklikleri, güçlükleri aşarak büyümesini ve kendi gerçeğine ulaşmasını izliyoruz. Bir ömür gibi geçen kısa bir savaş sürecinde gururu, korkuyu, öfke ve neşeyi, ölümün ne anlama geldiğini öğrenecektir Henry. Artık yola devam etmek zamanıdır...
KIZIL CESARET NİŞANI
Stephen Crane
Çeviren: Duygu Bolut
Legadema Kitap, 2021
256 sayfa, 25 TL.