Güncelleme Tarihi:
Ahmet Oktay, bir keresinde, Nâzım Hikmet’in şiiri için “Narayla başlar, iniltiyle sona erer” tespitinde bulunmuştu. ‘Nara’, yorgunluk ve yenilgi belirtisi göstermeksizin haykırma anlamına geliyor. Dolayısıyla ‘inilti’ ifadesinin telaffuzu, kendiliğinden bir eleştiri vazifesini yerine getirmiş oluyordu. İnilti, yani yorulmuş olmak, bitap düşmek, bir insani durum olarak neden eleştirilecek bir durum anlamına gelsindi ki. Angaje edebiyat ya da bağlanma poetikası, sadece taraf olmayı değil aynı zamanda kafa tutmayı, haykırmayı salık veren bir anlayıştır. Ve temelde siyasal duruşu vaz eder. İniltinin, bir varoluş durumu olarak dile getirilmesi kabul edilemez; inilti, siyasal zeminde yenilgi anlamına gelir.
Oktay, referans vermeksizin Sartre’a atıfta bulunuyordu kuşkusuz. Jean Paul-Sartre, ‘angaje edebiyat’, ‘bağlanmış yazar’ şiarıyla II. Dünya Savaşı sonrasından yüzyılın sonuna kadar, muhalif yazar profilinin ana karakterini belirleyecektir; sadece Fransa’da değil bütün dünyada. Bu karakter, ‘siyasal duruş sahibi olmanın büyük yazar imgesinin bir parçası olduğu’ anlayışını dile getirir. Bu anlayışı, Sartre’ın özgün görüşü olarak değil, Fransız entelektüalizminin bir ideolojisi olarak görmek gerekir.
Bu uzun girizgâhı François Noudelmann’ın bugünlerde Türkçeye çevrilen ‘Bambaşka Bir Sartre’ kitabı vesilesiyle yapıyorum. Sartre, Noudelmann’ın ifadesiyle, “İlk romanlarında kendisini düş kırıklığına uğramış bir birey olarak ortaya koymuş, savaşı gördükten sonra angajmanın (güdümlülüğün) kuramcısı ve uygulamacısı olmuştur”. O aynı zamanda, “Kendisini politikaya adamışlığı, çağının büyük davalarına katılan bir düşünür imgesinin kalıcı olmasını” da sağlamıştır. Ve bugün bu nedenle eleştiri altındadır. Büyük yazar, eleştiriye yalan ve iftirayla karşılık veren değil, eleştiriyi göğüsleyen yazardır.
Noudelmann, Sartre’a angajman olmasından kaynaklanan yanlışlarına yönelik eleştirilere yanıt vermiyor, o bağlamı tartışmıyor; Sartre’ın doğru değerlendirilmesi için yeni bir alan açıyor. Ona göre, Sartre’ın her politik eyleminde veya kaleme aldığı politik yazısında yaşadığı durum, bu durumun, kamuya açık söz ve eylemlerindeki yansıması ayrı, özel hayatında kalan söz ve eylemlerindeki yansıması ayrı. Noudelmann, bu paralel okumayı, Sartre’ın manevi kızı ve yapıtlarının yasal vârisi Arlette Elkaïm’de bulunan Sartre arşivindeki özel mektuplarına dayandırıyor. Frantz Fanon’un ‘Yeryüzü Lanetlileri’ne önsöz yazdığı günlerde, yaşadığı ruhsal durumu, Michelle Vian’a yazdığı mektupta şöyle dile getirmiş sözgelimi: “Bir önsöz yazmak, yine midemi bulandırıyor. Sömürgecilik üzerine bir önsöz yazmam gerekti. Bunu sakına sakına yaptım, çünkü üslubuma şiddet katmak gerekiyordu ve sözlü şiddetten biraz usandım: Bunu o kadar çok yaptım ki, Libération’daki adamın dediği gibi, o kadar haykırdım ki (bu mizacım değil ama koşullar beni buna zorluyordu) artık fısıldamak istiyorum.” Bu bir defa söylenen bir söz ya da varılan bir sonuç değil, Sartre, kurmaca dışı yazılardaki çalışmalarını genellikle bu durumda götürmüş; ‘Diyalektik Aklın Eleştirisi’ni yazarken günde 20 tane, yani bir tüp amfetamin alıyormuş.
Noudelmann’a göre, Sartre’ı harekete geçiren nedenlere yakından bakıldığında, onun siyasal mücadelelere kendiliğinden yönelmediğini, daha çok isteklere karşılık vermekten kaynaklandığını anlarız. Politik metinlerindeki, hedef gösteren hiddet, mizacından ve kendi heyecanından kaynaklanmaz. Bütün bunlar, Sartre’ın kamuya açık sözlerini düzeltmez ama onu anlamada yeni bir değerlendirme yapmamızı gerektirir. Noudelmann, Sartre’ın uçarı, soytarılık etmekten zevk alan, politikadan tiksinen, Marx’tan çok Stendhal’e yakın duran bir mizacının olduğunu söylüyor.
Bir de Rus çevirmen Lena Zonina’yla yaşadığı aşk ilişkisi var ki, bilinen Sartre imgesini devre dışı bırakacak şeyler yapmış... İnanılır gibi değil.