Güncelleme Tarihi:
Roberto Bolaño’nun hayat hikâyesini özetlemeye gerek yok. Zira ‘Tılsım’ ve ‘Uzak Yıldız’da hayatını biçimlendiren olayları başkalarının hayatlarına karıştırarak kendisi çok daha canlı ve ironik biçimde anlatmış. Hele ki -edisyonda henüz yer almamakla birlikte daha önce Türkçeye çevrilen- ‘Vahşi Hafiyeler’i de eklediğimizde ortaya Hieronymus Bosch resimlerini andıran, gerçek ile gerçeküstünün birbirine karıştığı tuhaf bir manzara çıkıyor.
KİMİN HİKÂYESİ?
‘Tılsım’ 1968 yılında, Mexico’nun UNAM üniversitesindeki öğrenci direnişine ordu birliklerinin müdahalesiyle başlıyor. Bu müdahale birkaç hafta sonra Tlatelolco Meydanı’nda gerçekleşecek katliamın habercisidir. Olayların tanığı olan anlatıcı kadın, Auxilio Lacouture, ‘Uruguay vatandaşı, Güney Amerikalı, şair ve seyyah’. Olay sırasında tuvalette olduğu için yakalanmamış ama on beş gün kısıtlı kaldığı tuvalette zihni allak bullak olmuştur: “Geçmişi düşündüm. Tarihleri düşünürken varsayımsal çaresizliğimin duvarları yavaşça parçalandı ve gölün dibinden yükselen görüntüler geldi gözümün önüne, onların güneşin veya ayın aydınlatmadığı o acınası su kütlesinden çıkmalarına kimse engel olamazdı ve zaman, rüyalarda olduğu gibi kendi içine kapandı. 1968, 1964 oldu ve 1960 yılı da 1956’ya dönüştü, ama aynı zamanda 1970 ve 1973 yıllarıydı ve 1975 ve 1976 yılları; sanki ölmüştüm ve yılları alışkın olmadığım bir bakış açısıyla görüyordum. Demek istediğim: Geçmişi düşünüyordum, ama geçmişim şimdiki zamanın, geleceğin ve geçmişin birleşmiş haliydi, hepsi birbirine geçmişti”...
Kadının anlattıkları Meksika’nın, Şili’nin, aslında Güney Amerika’nın tekerrür eden tarihidir. Auxilio Lacouture’un anıları içinde şiire ve romana düşkün, devrime inanmış genç bir öğrencinin silueti de belirecektir; Şili’den Meksika’ya göçen bir ailenin çocuğu olan Arturo Belano’nun... Şiirin, edebiyatın, sanatın ve devrimin heyecan yarattığı 70’li yıllarda Arturo Belano’nun Mexico City’den Şili’ye, Şili’den El Salvador’a, oradan yeniden Mexico’ya ve nihayet Mexico’dan Katalanya’ya yaptığı yolculuklar kadının bulanık zihninden parçalanmış anılar halinde aktarılır. Arturo’nun Şili’de ve Barcelona’da yaşadıkları ‘Uzak Yıldız’ın konusu olacaktır.
‘Uzak Yıldız’da Arturo Belano doğrudan görünmez ama romanın girişindeki açıklamada anlatıcıyı yönlendirenin Arturo B. olduğu vurgulanır. “Arturo başka hikâyelerin aynası ya da patlaması değil, sadece kendi kendinin aynası ve patlaması olacak daha uzun bir hikâye olsun istiyordu” der anlatıcı. Gerçekten de anlatılan, Şili’de Allende iktidarının ve Pinochet darbesinin başka hikâyelere hiç benzemeyen hikâyesidir. Şili’de sanat ve edebiyat çevrelerindeki devrimci öğrencilerin arasına sızan bir ajan provokatörü merceğine alan ‘Uzak Yıldız’da Roberto Bolaño pek çok konuya değinir ve pek çok hakikatle yüzleşir.
‘Tılsım’da ve ‘Uzak Yıldız’da A. Belano Şili’yi terk eder. Peki ya geriye kalan? Gençliğin bütün coşkusu ve inancıyla sarıldıkları şiire, sanata, o dinamik edebiyat topluluklarına ne olmuştur? İşte bu soruların cevabı ‘Vahşi Hafiyeler’de verilir. ‘Verilir’ pek doğru bir saptama olmadı. Bir sonraki kuşaktan bir gencin günlüğünden aktarılan hikâyede Arturo Belano’nun akibeti yine bulanıktır. Net olan, faşist darbesiyle savrulan hayatlar, paramparça olan umutlardır. Sanat hayatı değiştirememiştir...
BÜYÜK VE BURUK BİR AŞK
Bu yazı çerçevesinde ‘Mösyö Pain’e değinemedim. Diğerlerinden farklı görünmekle birlikte gerek barındırdığı şahıslar ve motifler gerek anlatı yapısı açısından Bolaño romanı okuduğunuzu belli eden tuhaf, esrarengiz, biraz da gerçeküstü bir hikâyesi var.
Gerçekten de Roberto Bolaño’yu okumak gizli bir hikâye duymak, anlatılanların arkasında başka bir şeylerin varlığını sezmek, sanatla ilişkilenmek, hayatı ve dünyayı bir rüyanın içinden izlemek gibidir. Anlatıların birbiriyle bağlantısı -özellikle ‘2066’da- çok seyrek teğellenmiştir ama giderek sıkılaşır. Ve bütün romanlarında insanların kaderlerini birbirine bağlayan ölüm ve şiddettir. Kendi kuşağının yaşadıklarından yola çıkan Bolaño’nun hayata bakışı biraz karamsar. Seçtiği konularla da ilgili ama acı, alay ve hüzün yayılıyor anlatılarından.
Bir yazarın kendi etkinliği -yani sanat ve edebiyat- hakkında bu denli inançsız, hadi inançsız demeyelim ama eleştirel olması şaşırtıcı. Bunun nedenini yukarıda değindiğim romanların hikâyelerinden bir nebze olsun çıkarabiliyoruz. Sanat ve edebiyat, sanat ve hayat arasındaki birlikteliğin kopmasıdır Bolano’yu umutsuzluğa sevk eden. Edebiyat politik bir etkinlik olmalı, hakikati yakalamalıdır. Ancak hakikatin olayların art arda sıralanarak ortaya çıkarılamayacağını bilir. Onun aradığı yaşanmış hayat hikâyeleri, tanıklıklar değil o hayat hikâyelerinin arkasındaki gizli hikâyelerdir. Böyle bir fikriyattan hareketle -kendi ifadesiyle “Fransız Sürrealizmi ile Meksika usulü Dadaizmin tuhaf bir karışımı” bir üslup ve kurgu geliştirmiştir. ‘Tılsım’ ve ‘Vahşi Hafiyeler’ bu tarzın çok iyi örnekleri. ‘Tılsım’ın roman kişilerini ele alalım: Arturo Belano’nun Roberto Bolaño’dan, Auxilio Lacouture’un ise olayı gerçekten yaşayan Alcira Soust Scaffo isimli Uruguaylı bir kadından esinlenmiş karakterler olduklarını, Bolano ve Scaffo’nun 1970’te tanıştıklarını biliyoruz. Ancak ‘imdat!’ anlamına gelen Auxilio adıyla Auxilio Lacouture bir roman karakteri olduğu kadar Latin Amerika deneyimleri ile zenginleşmiş tarihin sesidir. İşte bu nedenle zamanın içinde serbestçe dolaşacak, pek çok gerçek ve kurmaca karakterin çığlığını duyuracaktır.
Roberto Bolaño ‘Vahşi Hafiyeler’i “kendi kuşağıma yazdığım bir aşk mektubu” diye tanımlamıştı: “Kuşağım tüm gençler gibi aptal ve cömertti, elimizdeki her şeyi veriyor, karşılığında hiçbir şey beklemiyorduk. Şimdi bizden geriye hiçbir şey kalmadı... Latin Amerika toprağında yatıyor cesetlerimiz”...
Romanlarındaki hüznün nedenini ortaya koyan bir açıklama bu. ‘Vahşi Hafiyeler’le sınırlı kalmayan, diğer romanlarını da kapsayan uzun bir aşk mektubu...