Güncelleme Tarihi:
80 yıl geçmiş, savaş bitmiş, salgın gelmiş, Nazizm güya bitmiş faşizm gelmiş, tek ülkede devrim mi olurmuş denilmiş, her ülkeye gericilik, vahşi kapitalizm, diktatörlük gelmiş!
Şiir eskimiyor işte, son yıllarda şiirlerin hızla güncelliğini yitirip, tedavülden kalkmasını, hatta bir daha da hatırlanmamasını ister oldum, tam tersine eski şiirler daha çok hatırlatmaya başladılar kendilerini! Şiirin de bir ömrü olsa, temaları, dertleri ortadan kalkınca onlar da çekilse fena mı olurdu?
Dünyada kötülükler ne kadar uzun sürüyor ve ne kadar yavaş değişiyor, bir düşünün, hâlâ Nâzım Hikmet’in “Karanlıkta kar yağıyor/sen Madrid kapısındasın” dizeleriyle efkârlanıyor, ‘No Pasaran’ deyip Dolores Ibarruri’nin yanında saf tutuyoruz. Safımız elbette orası.
Tarih geçmiyor, dert geçmiyor, şiir geçmiyor, geçeceği de yok, demek ki şiir de bir tür tarihyazımı. Öyleyse bugüne kalan, gelen, yitmeyen iyi şiirleri, kitapları da hem şiir hem de kişisel ve toplumsal tarih parçaları olarak okumak gerekiyor.
40 Kuşağı, Acılı Kuşak, Fedailer Mangası... Bir şiir anlayışına verilen bu adlar, o kuşağın tüm iyi şairler gibi, tarih kanlı bir biçimde akarken başka yana bakmadıklarını da gösteriyor. Hem yazdıkları hem yaşadıkları için kazandıkları bu adlar onur belgesi gibi.
Suat Taşer, 1940 Toplumcu Kuşağı’nın iyi bilinen şairlerinden. 1938’de başlayan şiir serüveninde sekiz kitap yayımlamış, ‘Alçak Basınç’ adlı dosyası da ilk kez, ‘Bir Ben Bir Yokuş’ (Ayrıntı) adıyla yayımlanan bütün şiirlerinde yer alıyor. Ayrıntı, şiir dizisini, Türkiye’den ve dünyadan eski, yeni, toplu şiir kitaplarıyla özenle, özveriyle sürdürüyor. Şahane bir yayınevi olarak şiiri bağrına basması da ona yakışıyor. Belki bir ‘40 Kuşağı Antolojisi’ de yapar.
Taşer, önde gelen tiyatro insanlarından, hoca, şiiri anadal olarak sürdüren bir şair. Dünyanın faşizmle boğuştuğu, içerdeyse savaşın gidişatına göre politika yapıldığı 40’lı yıllardan nasibini almışlardan. Çoğunlukla şiir olarak, zaman zaman da yargılanma ve ceza olarak nasiplenmiş bu dönemden.
Açık Şiir. Kuşak kavramının dışına taşmış. Gezmiş, dolaşmış. Başkalarına bakmış. Hepsini göze almış. Tiyatronun getirdiği olanaklar da söyleyişte etkili olmuş. Hem konuşur gibi hem de diyalog yazar gibi, kimi zaman da tuluat yapar gibi, anında, zekice ve usturuplu.
‘Alçak Basınç’ kitabında, işbirlikçiye, zalime tepkisini sürdüren şiirlerin arttığını görüyoruz, bugünleri görseydi neler yazardı! ‘Şimdiler’ şiiri, doğa benzetmeleriyle bekleyişi dile getiren nefis bir şiir, adı da öyle: “Otlar ve sevgiler çürüyor gülüm/vaktin dibinde bak/üşümüş bir kayada seni düşünüyor elim”.
Tabii usta da güzel bir dünya için olduğu gibi iyi bir şiir yolunda da etkilemiş Taşer’i, en çok da ‘Hürriyet’te (1945). Aynı dönemi paylaştıkları ‘Garip’le yakınlıkları da 1952’deki ‘Merhaba’da belirgindir. ‘Hayret Bey’in Serüveni’ (1968) Taşer’in şiirimize en değerli katkılarından, romanda sık karşılaştığımız kişisel destanlaştırmayı şiirde başarıyla yapıyor. ‘Evrende Ellerimiz’ (1970) ise özellikle ‘alfabe’ bölümüyle yenilikçi bir yapıt.
Her şair bütün şiirleridir, Suat Taşer hemen her şiiridir.