Güncelleme Tarihi:
Tiyatro sahnesinde ilham verici, gücünü kadınların hikâyelerinden alan bir dünya kuruluyor bir dolu oyunla. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü haftasına girerken bu oyunları sahneye taşıyan oyuncularla bir araya geldik. Gerçek hayattan geçip sahneye uzanan karakterlerini dinledik onlardan; bir kadın öyküsünün parçası olmanın yarattığı hissi sorduk. Kadınların hem dünyada hem de Türkiye’de tacize, şiddete, eşitsizliğe karşı gittikçe daha gür çıkan sesinde, dayanışma ruhunda umudu aradık. 2018’in ‘kadınların yılı’ olması umudu ve inancıyla, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü şimdiden kutladık!
Fotoğraflar: MUHSİN AKGÜN/MASTUDYO
SEN İSTANBUL'DAN DAHA GÜZELSİN
Murat Mahmut Yazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği, BAM İstanbul prodüksiyonu olan oyun; İstanbul’dan üç kuşak kadının (anneanne, anne ve kız) hepimize pek tanıdık gelecek öyküsünü hem çok içli hem de hayli sarkastik bir dille anlatıyor. En yakın gösterim 8 Mart Perşembe, 20.30’da Toy İstanbul’da.
BAŞAK KIVILCIM ERTANOĞLU:
‘DAYANIŞMA RUHU ÇOK ÖNEMLİ’
Kızı, annesi, kocası ve kendi hayatı arasında sıkışmış bir anne karakteri bu; çizgileri belirli gibi görünen hayatında yıkılmadan, dimdik ayakta durma çabası ve inadı var... Bu başkaldırma hali birşeyleri değiştirmeye olan inancımı artırıyor, bana güç veriyor. Gündemdeki bu dayanışma ruhunun ise çok ama çok değerli olduğunu düşünüyorum; özellikle Oprah
Winfrey’in “Time’s up” (Kadınların zamanı geldi) seslenişinin. Tüm bu atılan adımlar farklı kültürlerden bütün kadınların aslında hayatla mücadele ederken benzer şeylere maruz kaldıklarının göstergesi. Bizim için en önemli nokta, dünyadaki seslenişin kendi insanlarımızın da tüylerini diken diken edecek, onları daha fazla çabalamaya yönlendirecek bir hareketin de olması. Her kültürün kendi kodları üzerinden temel evrensel sorunları çözmeye odaklanması, iyi şeylerin de olabileceğiyle ilgili insanın inancını ve direncini artırıyor. Bu tiyatroda oldu, oluyor, olacak da. Yaşasın tiyatro.
AYFER DÖNMEZ:
‘UMARIM DAHA ÇOK KADIN, GÜCÜNÜN FARKINA VARIR’
mBenim oynadığım karakter 92 yaşında bir anneanne. 92 yıllık bir ömrü gidip gelen aklıyla bir bakımevinden anlatıyor. Naif âşık gençlik yıllarından, aldatılıp, terk edilip üç çocuğu tek başına büyüttüğü yıllara uzanıyor anlattıkları. Bu naiflik önce kendi ayakları üstünde duran bir kadına, sonra zamanında söyleyemedikleriyle hırçınlaşan, ağzına geleni söyleyen, çocuksu bir yaşlılığa dönüşüyor. Seyirciye bu kadının ruhunu anlatmak beni çok mutlu ediyor. Aklıma birçok kadın geliyor oynarken; an an anneannem, annem, diğer kadınlar ve kadınlık halleri, ben... Seyirciyle o kadının dilinden dertleştiğimi hissediyorum... Kadınlarla ilgili tanık olduklarımız umut verici bu gelişmeler. Ama maalesef yol çok uzun ve zorlu. Umarım kadınların sesleri daha çok duyulur ve daha çok kadın kendi gücünün farkına varır.
MELİS ÖZ:
‘BİRLİKTELİĞİN GÜZELLİĞİNİN FARKINA VARDIK’
Karakterimin böyle karnından kelebekler eksik olmayan bir hissi var. Benimle aynı sandalyede oturan, benzer kıyafetler giydiğimiz, delidolu, asi bir kız çocuğu... Serseri hissediyorum, bağlı hissediyorum, hatta bazen kalkıp sarılmak istiyorum! Kadınlar açısından hep umutlu hissediyorum ve hep iyi düşünüyorum. Zaten kendimi bildim bileli böyleydi, her gün kadınların günü bence, nasıl oksijen şartsa onun gibi şimdi dışavurumumuzu güçlendirdik. Birlikteliğin güzelliğinin farkına vardık. Vazgeçemiyoruz, ki başaracağız da...
HOŞGENG
Ezgi Çelik’in yazıp oynadığı, Ani Haddeler Pekman’ın yönettiği oyun bir şiddet döngüsünün içinde, gücünü şarkılarından alarak ayakta durmaya çalışan bir kadının, ‘Hoşdeng’in öyküsü... En yakın gösterim 5 Mart Pazartesi, 20.30’da Entropi Sahne’de.
EZGİ ÇELİK:
DAHA ÇOK, DAHA ÇOK KADIN HİKÂYESİ!
Hoşdeng, hoş ses demek. Hoşdeng yalnızken kendini şarkılarla ifade edebilen bir kadın. Beni hem yazma hem de oynama aşamasında kalıplarımdan çıkardı Hoşdeng. Benim ve benim gibilerin bolca lafını ettiği ‘kadın’ meselesini bana tokat gibi çarptı. Önce bir lafını bil dedi; ‘kadın’ değil, bu bir ‘insan’ meselesi dedi. Hiçbir şeyin ucu bana değmez zannettiğim bir anda, tam da çukurun dibinde olduğumu fark edince yazmaya başladım bu oyunu. Ve çok acayip bir şey oldu; kime bahsettiysem aynı tepkiyi verdi: “Ezgiciğim, sen de mi kadın meselesi?” Okudum, okudum, okudum, izledim. “Nerede?” diyorum bu işler, “Ben mi bulamıyorum?” Her yer bu konuyla kaplı olsa ne fark eder değil mi? Sonra anladım ki durum başka. Herkes, hiçbirini yaşamadan, izlemeden, dinlemeden, sadece sosyal medya başlığı görmekten durumu o kadar kanıksamış ki... Sapıklık tavan yaptı ülkede, her köşede bir kadın hikâyesi anlatılsa, bir kadın dayanışması olsa yine de senin “Hadi daha çok, daha çok” demen lazım... Konuşmayıp yapmaya başladığımızda, biz de ülke olarak ‘2018 kadın yılı’ diyebiliriz doya doya . Umutsuz değilim, umudumu kaybedersem üretemeyeceğimi anladım. Sadece isterim ki Türkiye’de de ‘2018 kadınların yılı’ bir sosyal medya başlığı olarak kalmasın. Ödül gecelerini süsleyen güzel cümleler hayatta karşılığını bulsun. Çıldıralım yahu bu sene, mutlu ve haklı kadın sesinden! ‘8 Mart’ımız kutlu olsun! İyi ki varız!
BEYAZ
Emmanuelle Marie’nin yazdığı, Özen Yula’nın yönettiği, Ezop Sahne oyunu ‘Beyaz’ annelerinin son günlerine eşlik eden iki kız kardeşle tanıştırıyor bizi. Abla-kardeş bir yandan da korkularıyla, eksikleriyle, kadınlıklarına dair içlerinde kalanlarla yüzleşiyor... En yakın gösterim 5 Mart Pazartesi 20.30’da Yunus Emre Kültür Merkezi’nde.
DENİZ ÇAKIR:
‘BU GÜÇ BİZE BOŞUNA VERİLMEDİ’
Kendini dışarıya kapatmış bir kadın, karakterim. Aile kurmuş ama yaşayamadıkları hazlardan eksik bırakmış kendini. Türkiye’de bir kadın olarak, o tamamlanamamış kadını oynamak beni deşarj ediyor. Aksini söylesek de hepimizin eksik kaldığımız yerlerimiz var. Benden çok farklı olan o kadını oynarken, onun kendini iyi etmesi hoşuma gidiyor. Geçen yıl ‘Bütün Kadınların Kafası Karışıktır’daydım, şimdi de bu iki kadının kafası karışık. Kafası karışık olmayan kadının, o anlık bir meşguliyeti vardır. En naif duran kadın bile salıvermez, direnir hayata. Kadın çok güçlü bir varlık. Eşitliklerden yanayım ve kadın-erkek diye ayırarak kurulan cümleleri de sevmiyorum ama... Kadının ‘doğurmak’ diye bir kabiliyeti var. Bu çok inanılmaz bir güç, inanılmaz bir güdü. Ben doğurmadım ama bu gücün bende olduğunu bilmek bile çok güçlü hissettiriyor. Bu dünyayı birileri değiştirecekse kadınlar değiştirecek. Kendimizin farkında olmalıyız. Tuhaf bir şekilde bir tarafım ayırt etmiyor ama çılgın bir şekilde dünyanın kadınlar tarafından kurtarılacağına çok inanıyorum. Çok acayip bir güç bu ve bence boşu boşuna verilmedi bu güç.
DERYA ALABORA:
‘DAHA FAZLASINI YAPMAK LAZIM’
Oynadığım karakter, korkuları olan, cesaretsiz bir kadın. Kaybetme korkusu var. Ben ayakları daha yere basan bir insanımdır, oyundaki kadın daha uçuşan, daha panik bir kadın.
Oyuncu olarak, herkes iyi bir karakter içinde olmak istiyor ama sinemada, televizyonda kadın hikâyeleri az olduğu için iyi hikâyelerin içinde olamıyorsun. Bu metninse oyuncuyu tatmin eden bir tarafı var. Anlattığı şeyi de çok seviyorum. İç hesaplaşma, dış hesaplaşma, hepsi var... “2018 kadınların yılı olacak” gibi söylemlerse boş bir gaz, biraz moda gibi geliyor bana... Her yerde feodal toplumlar var. Kadına bakış açıları ne yazık ki değişemiyor. Herkes kendisini var edebilmek için karşısındakini ezmeye çalışıyor. Hele ki ülkemizde kız çocuklarının hiçbir değeri yok. Öldürülebiliyorlar, tecavüze uğruyorlar, şiddete maruz kalıyorlar. Sistemler insanı yaratıyor ve bu sistemlerin içinde kadın hep arka plandaki, ezilen oluyor. Sesimizin duyulmaya başlaması tabii ki çok iyi. Amerika’daki ‘Metoo’ hareketi bize kadar geldi ve biz de bir şeyler söylemeye başladık; bu çok iyi... Ama o kadar büyük bir şiddet var ki bunlar az kalıyor. Daha fazla şey yapmak lazım.
YUTMAK
Stef Smith’in yazdığı, İbrahim Çiçek’in sahnelediği Craft Tiyatro oyunu ‘Yutmak’; Anna, Sam ve Rebecca’nın bambaşka türdeki yalnızlıklarından birer kesit aktarıyor. Üçünün de kabuklarını kırma sürecine tanıklık ediyoruz. En yakın gösterim 11 Mart Pazar, 20.30’da Zorlu PSM’de.
BAŞAK DAŞMAN:
‘DÜNYA, KENDİNİ KADINLARIN GÖZÜNDEN DAHA FAZLA GÖRMELİ'
Müthiş bir yalnızlık ve çaresizlik başta, ardından bir şeyleri ilk keşfettiğimizde içimizde uyanan anlamlı olma hissi; ‘Yutmak’ta canlandırdığım Rebecca’nın bana yaşattığı... Rebecca diğerleriyle aramda oluşan mesafe hissini kırdı, beni utandırdı. O yüzden onu çok seviyorum... Dünya, kendini kadınların gözünden ve dilinden daha fazla görmeli. Buna hem kadınların hem de dünyanın şiddetle ihtiyacı var. Birbirimize çok kolay ulaşabildiğimiz bir dünyadayız. Önümüzdeki yıllarda çoğalacak bu. Tüm akıllı erkekler de cinsler arası onarılması güç uçurumlar oluşmasını istemiyorlarsa, bu mücadeleyi desteklemeli.
ECE DİZDAR:
‘SUSTUĞUMUZ ÇOK OLDU, SESİMİZİN ÇIKTIĞI DA OLDU ÇOK ŞÜKÜR’
Anna kırılgan, dışarlıklı, çaresiz ve kocaman gönüllü bir kadın. Diğer karakterlerin aksine onun hikâyesi aşırı duyarlılık, suçluluk duygusu, sorumluluk hissi üzerine yoğunlaşıyor. Evet Anna kadın, o yüzden biz bunu kadın duyarlılığıyla izliyoruz fakat bu saydığım duygular cinslere değil insana dair. Anna kendini eve kapatarak bu saydığım duyguların üzerine yenisini eklememe ve dünyaya daha çok zarar vermeme kararı almış. Olduğu kişi bu duygularla, bu sekilde başa çıkmasına sebep olmuş... Stef’in ('Yutmak'ın yazarı Stef Smith) dünyasında daha önce de bulunmuştum ve dilini, hassasiyetlerini biliyordum. Sahneye üç kadın taşımak istemesi dahi benim için tercih sebebiydi. Seçtiği şairane, nazik, güçlü hassas dil beni ilk okumada içine cekti.
Daha gençken ‘mansplaining’ (Bir erkeğin bir kadına büyüklük taslayarak bir şeyler anlatması) denen şeye ne kadar sıklıkla uğradığımı anlatamam. Bunu ancak bu kavramla karşılaştığımda anladım. İnsan; öldürülen, zulüm gören kadınlar için, çocuk yaşta evlendirilen kız çocukları için düşünürken fark ediyor ki bu farkındalık çok daha büyük alana yayılıyor. Kadın çocuk yaştan itibaren tacize uğruyor. Hepimiz yaşadık! Bu mide bulantısı, öfke ile karışık suçluluk duygusunu... Sustuğumuz çok oldu. Sesimizin çıktığı da oldu çok şükür. Fakat kadının anlatması bir tarafa, erkeğin düşünüp itiraf etmesi olaya boyut atlattı. Her alanda kadının varlığının çok daha büyük farkındalıkla gözlemlenmesine sebep oldu, kadınlarla ilgili ilham verici konuşmalar. Nasıl memnun olmayayım?
MERVE DİZDAR:
HER ŞEY DEĞİŞECEK, İNANIYORUM!
Özgürleşmenin nasıl bir şey olduğunu hissettirdi ‘Yutmak’taki Sam bana. Her anlamda özgürlük. Bedenen, ruhen. Oynadığım karakter, kendi özgürlüğünün peşinde koşuyor. Bunu oynarken benim de bunu yaşamam tuhaf bir deneyim. Gerçekten ne kadar özgürüz, ne kadar olduğumuz gibi kendimizi ve karşımızdakini kabul ediyoruz bilmiyorum ama bu insani bir sorun. Geçecek umarım. Bu oyunu oynarken bunu hissediyorum: Kendimiz olacağız, seveceğiz, birbirimize saygı duyacağız ve her şey geçecek.
Evet, 2018 kadınların yılı olsun. Olacak. Gerçekten yetti artık kadına, çocuğa, hayvana yapılan eziyet. Bir ‘canlı’nın canını yakabilmek, bundan keyif almak; efendim sinirlendim dövdüm, vay beni aldattı öldürdüm, vay canım çekti, vay sapığım, e hastayım ben zaten yaparım, tecavüz ettim... Bitti. Ne olur yeter artık. Her şeyin değişeceğine inanıyorum. 2018 ve her geçen yıl daha iyi olacak. Sadece kadın için değil, canlı olan tüm varlıklar için. Adalet var. İnanıyorum.