Güncelleme Tarihi:
Sofi Oksanen, 1977 Finlandiya doğumlu. Babası Finlandiyalı annesi ise Estonyalı bir mülteci. Oksanen ilk kez, 2003’te yazdığı ‘Stalin’s Cow’ (Türkçede ‘Stalin’in İnekleri’-2013) ile Kuzey Avrupalı eleştirmen ve okuyucuların dikkatini çekmişti. ‘Baby Jane’ (2005) aynı ilgiyi görmese de ardından gelen ‘Araf’ romanıyla büyük bir başarı kazandı. 50’den fazla dile çevrilen roman, Oksanen’e uluslararası bir ün sağladı. Çok sayıda ödüle de değer görülen Sofi Oksanen, geçmişle güçlü çağrışımlarla hesaplaşan romanlarıyla kendi kuşağının en önemli temsilcileri arasında sayılıyor. İşte bu nedenle son romanı ‘Norma’, dünya edebiyat çevreleri tarafından merakla bekleniyordu.
‘Norma’da Oksanen’in önceki romanlarıyla örtüşen pek çok tema var ve bir de dikkate değer bir yenilik; hikâyesine fantastik unsurlar ekleyerek gerilim/gizem türüne meyletmiş.
Bir cenaze sahnesiyle başlıyoruz. Ölen kadın Norma’nın annesi Anita. Metro treninin çarpması sonucu ölmüş; polis, cinayet olasılığının bulunmadığını açıklayarak dosyayı kapatmış. Annesinin intihar ettiği iddialarına inanmak istemeyen Norma şaşkın bir halde. Toplumla ilişki kurma konusunda sorunlu bir kadın olan Norma, şimdi hem normal hayata geri dönmeye hem de annesinin ölümünü kabullenmeye çabalamak zorunda. Norma’nın amacı hayatını düzen içinde yaşayan bir kadın olmak. Ne var ki işi hiç kolay olmayacak. Zira biyolojik açıdan normal değil genç kadın; hiç durmadan uzayan, deyim yerindeyse büyülü saçlarıyla sürekli tedirgin bir hayat sürdürmüş. Ve anne-kız bütün yaşamları boyunca Norma’nın ucube olarak görünmesinden çekinerek dışarıya kapalı bir hayat sürdürmüşler. Sadece ucube denilerek lanetlenmesinden değil, varlığı protez saç endüstrisi için eşsiz bir fırsat olan kızın zarar görmesinden de korkmuş annesi. Yıllar sonra köylerinden ayrılıp kente geldiklerinde annesi kaynağını gizleyerek kızın saçlarını pazara sürmüş ama ne yazık ki saçların en büyük müşterisi, Finlandiya’da bu endüstriyi elinde tutan mafyatik bir şirket. Üstelik bu şirketin sahipleriyle Norma’nın annesi arasında çok eski yıllara dayanan bir ilişki de var. Para kazanmak uğruna cinayet işlemeyi bile göze alan şirket şimdi Anita’nın saçları nereden temin ettiğini bulmaya çalışıyor.
Norma kendisini kurtarmak için annesinin sırlarına ulaşmak zorunda. Anita’nın evindeki fotoğraflar ve videoları bulduğunda hem aile tarihine yakınlaşacak hem de türünün tek örneği olmadığını öğrenecektir. Ancak asıl tehlike saçlarla ilgili değil, saç ticaretini paravan olarak kullanan şirketin diğer faaliyetleri. Çocuk isteyen zengin aileler için dünyanın her bir yanından taşıyıcı anne temin eden şirketin hedefi olmuştur Norma. Elindeki yegâne silah duygularındaki en ufak bir değişikliğe tepki veren ve insanların yalan söyleyip söylemediklerini, tehlikeli olup olmadıklarını söyleyen saçlarıdır...
NORMA’L OLMAYANLAR!
Estonyalı bir mülteci olan annesini göçe zorlayan koşullar ve acılar Sofi Oksanen’in romanlarında önemli bir rol oynuyor. İnsan hakları ve mülteciler konusunda etkinlikleri ve konuşmalarıyla öne çıkan Oksanen, Estonya meselesini sıklıkla gündeme taşımış, Türkçeye çevrilen ilk iki romanında -‘Stalin’in İnekleri’ ve ‘Araf’- yine bu konuyu işlemişti.
Bulimia hastası olan ve farklı cinsel eğilimlere sahip Oksanen’in romanlarındaki ikinci eksen -bu kez kendi ‘norm’ dışılığından yola çıkarak- ‘normal’ sayılmayan insanların yaşadıkları sorunlar. ‘Baby Jane’ romanında şiddetli kaygı histerisinden çekinen, günlük hayatta en basit işlerle bile başa çıkamayan bir kadının dramını ilaç endüstrisi, psikiyatrik bakım ve Prozac neslinin sıkıştığı hap bağımlılığıyla birlikte işlemişti.
Sofi Oksanen’in romanlarındaki üçüncü eksen ise ayrımcılığa, dışlanmaya, sömürüye maruz kalan kadınların yaşadıkları dramlardır ki saydığım bütün bu romanların kahramanları kadınlar.
‘Norma’da sözünü ettiğim temaların hepsi de mevcut. Anita’nın, sonra Anita ve Norma’nın oradan oraya savruluşları, barınacak güvenli bir mekandan yoksun olmaları, tutunacak bir yer arayışları hikâyede bir leitmotif olarak varlığını daima hissettiriyor. Hikâyenin ana motifi ise kadınların önce güzellik, sonra annelik ideolojisi üzerinden düştükleri durumlar. Yasadışı saç ticareti deyip geçmeyin; üçüncü dünya ülkelerinde donör olarak kullanılan genç kızları ‘çocuk çiftliklerinde’ köleleştirecek kadar gözü kara bir sektörden söz ediyor Sofi Oksanen. Öte yanda saçlarına yaptırdıkları kaynaklarla hayal satın alan, idollerine benzemek için çırpınan çaresiz kadınlar var. Ama taşıyıcı annelik meselesi çok daha çarpıcı. Tamamiyle yasadışı çalışan bu sektörün müşteri profili kendilerine istismar edecek çocuk hazırlayan pedofillerden kataloglardan çocuk beğenen zenginlere kadar geniş bir yelpazeye yayılıyor.
Bu güçlü feminist temalara ek olarak insanları saran para hırsı, bencillik, çıkarcılık, yalan dolan, ihanet de var işin içinde. Sofi Oksanen’in bütün dünyada ama en çok da ‘steril’ Avrupa ülkelerinde varlığını -görünmeden- sürdüren meseleleri gündeme getirmesi elbette takdir edilecek bir durum. Buna karşılık söz konusu meseleleri yeterince işlediğini söylemek zor. Belki de okuyucu ilgisini çekmek için hikayesine kattığı fantastik, gerçeküstü motifler eksen kaymasına yol açıyor. Üstelik bu eksenin romana sağladığı önemli bir katkı da yok. Tersine bir dolu farklı eksende dönen olaylar üst üste binerek karmaşaya neden olmuş. Aslında hikâyenin fantastik yanının saç takıntısının metaforu olduğuna dair bir ilk izlenim edinmiştim ama hikâye bunu tartışmak için yeterince veri
sağlamadı.
Sorun biraz da kurguda; ileri geri saran zaman akışı, geçmişte yaşananların -nedense- hiç bitmeyen yükü, farklı zamanlarda farklı kimliklerle karşımıza çıkan karakterler, yerine oturmayan bir hayalet... Kısacası çok fazla eksen, çok fazla gizem, yeterince hakkı verilmediği için kim olduğunu çıkarmakta zorlandığımız çok sayıda şahısla ‘Norma’ Sofi Oksanen’in önceki kitapları kadar başarılı gelmedi bana. Elindeki vaatkâr malzemeyi vasat bir gerilim filmi düzeyine dönüştürmesi gerçekten şaşırtıcı. Bu haliyle ‘Norma’ ille de
gizem ve gerilim olsun diyen okuyucular için...