Güncelleme Tarihi:
Thomas Mann ölmeden önce tamamladığı son uzun hikâyesi ‘Aldanan Kadın’da ellili yaşlarda bir kadının genç bir erkeğe duyduğu aşk üzerinden doğa, beden, hastalık, sanat, aşk, yaşam ve ölüm gibi temaları işliyor. Dünya edebiyatının büyük ustalarından biri olan Thomas Mann 1875’te Almanya’da doğdu. İlk öykü kitabı 1898’de yayımlandı. 1901’de yayımlanan ilk romanı ‘Buddenbrooklar’ sayesinde üne kavuşan Mann başarısını ‘Tristan’ (1903) ve ‘Toni Kröger’ (1903) adlı novellaları ile sürdürdü. 1909’da yayımlanan ‘Majesteleri Kral’ ikinci romanıydı. ‘Venedik’te Ölüm’ (1912) sonrası ise başarılarla dolu çok üretken bir döneme girdi. 1929, Nobel Edebiyat Ödülü’nü getirdi. Hitler iktidara gelince Almanya’dan ayrıldı. Bu, 1936 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılmasıyla sonuçlanacaktı. Ülkesini terk etmek zorunda kalmasının ardından ‘Yusuf ve Kardeşleri’, ‘Doktor Faustus’ gibi büyük romanlara imza atan Mann 1955’te Zürich’te öldü.
Son uyanış
Bir uzun hikâye için anlatıyı toparlar mahiyette mükemmel bir giriş:
“Yüzyılımızın yirmili yıllarında Düsseldorf am Rhein’da, on yılı aşkın bir süredir dul olan Frau Rosalie von Tümmler, kızı Anna ve oğlu Eduard’la birlikte, bolluk içinde olmasa da rahat şartlarda yaşıyordu. Kocası Yarbay von Tümmler daha savaşın başında, çarpışmada değil de hakikaten saçma bir şekilde, bir otomobil kazasında -ama yine de denilebilir ki, şeref sınırları içinde- hayatını kaybetmiş; o zamanlar henüz kırk yaşında olan kadın bu ağır darbeyi bir vatansever tevekkülüyle karşılamış, böylece çocukları babalarından, kendisiyse evlilikteki sadakat çizgisinden sık sık sapması yalnızca aşırı dinçliğin belirtisi olan neşe dolu kocasından mahrum kalmıştı.”
Yukarıdaki alıntı zaman, mekân ve karakterler hakkında yeterince bilgilendirici. Mann’ın ciddiyetle alayı bir araya getiren üslubu da dikkatinizden kaçmamıştır. Hikâyenin kurgusu ile Mann’ın bakış açısını işte bu üslup birleştiriyor. Artık ellili yaşlarını süren ama güzelliğini -elbette kayıplar olmakla birlikte- hâlâ koruyan Rosalia, otuzuna yaklaşan resim sanatçısı kızı Anna ve 17 yaşındaki lise öğrencisi oğlu Eduard’la sakin bir yaşam sürüyor. Rosalia’nın en büyük üzüntüsü iki aydır adet görmemesi. Bunu kadınlığının eksilmesi olarak yorumluyor.
Rosalia’nın en büyük destekçisi bir ayağının sakat olması nedeni ile aklını ve kalbini aşka kapatan Anna’dır. Annesinin Eduard’a özel İngilizce dersi veren genç Amerikalı Ken’e ilgisini de ilk fark eden ve annesinin mutsuz olmaması için araya girmeye çalışan o olacaktır. Ne var ki Rosalia yüreğinin çağrısına kapılmıştır bir kere. Hele ki yeniden adet görmeye başladığında bunu doğanın -tıpkı Kutsal Kitap’ta Sara’ya bahşedilenden farksız- bir lütfu, ruhun beden üzerindeki hâkimiyeti olarak görecektir. Ne var ki Thomas Mann’ın üslubuna eşlik eden doğanın acı bir ironisidir söz konusu olan. Rosalia’nın kanaması bedenin yeniden uyanışından değil rahimi saran tümör nedeniyledir. Bu büyük düş kırıklığına rağmen Rosalio başına gelenleri tevekkülle göğüsleyececektir.
Thomas Mann bazı temaları farklı dönemlerde farklı biçimlerde ele almıştır. Beden ve ruh ilişkisi, yaşlılık, yaşam ve ölüm bu temalar arasında en bilinenleri. ‘Aldanan Kadın’da sözünü ettiğim temaların pek çoğuna temas etmek istemiş. Özellikle yaşam ve ölüm arasındaki karmaşık diyalektiği öne çıkararak orta yaş krizini bir kadının bakış açısından ele alıyor. Rosalie von Tummler özelinde yaşlanan bedenle genç kalan ruh arasındaki parodoksu genel bir varoluş sorunu olarak semboller ve metaforlarla ortaya koyarken psikolojik analiz ustalığını bir kez daha kanıtlamış. Bu uzun hikâyenin çağdaş feminist araştırmalarda sıklıkla kaynak gösterilmesini, güncelliğini yitirmemesinin kanıtı olarak kabul edebiliriz...
Diğer karakterler arasında kızı Anna ve genç Amerikalı Ken Keaton da önemli. Rosalie’nin doğaya ve onun güçlerine sezgisel inancı ile Anna’nın doğaya ve organik anlayışa tepkisi karşı karşıya konuyor. Anne-kız arasındaki diyaloglar iki farklı kuşağın bakış açısını, dönemin kadına bakışını ve Mann’ın modern sanata ilişkin yorumlarını barındırıyor. Genç Amerikalı Ken Keaton ise Mann’un iyi niyetli ama derinlikten yoksun karton insan tiplerinden.
Aslında hiçbir karakteri daha ilginç kılmaya çalışmamış Mann. Bunun bir nedeni uzun hikâye formatını aşmamak. Daha önemlisi ise Mann’ın tüm dikkatini sembolik detayların keşfine vermesi. Mann’ın sembol ve metaforları Rosalie’nin menapoz süreci, ölüme ve hüzüne karşı hayatın ve sevincin aldatıcı çiçeklenmesidir. Bir kadının hayatından yola çıkan Mann, sembol ve metaforlarla zamanın ve mekânın ötesine geçerek ruha, bedene, yaşama ve ölüme dair genelgeçer bir hikâye anlatmış. Ancak öyle bir dille anlatmış ki temalar, semboller, metaforlar belki ilk anda dikkatinizi çekmeyecek. İşte bu dille klasizmin zerafetini modern zamanlara taşıyor Mann.
Ölüm teması
Thomas Mann’ın yetmiş altı yaşındayken yazdığı son eseri ‘Aldanan Kadın’da anlatısının merkezini yaşlılık krizi üzerine kurması ilk bakışta doğal bir eğilim olarak görülebilir ve yazarın ruh hali ile ilişkilendirilebilir. Oysa aynı tarihlerde yayımlanan ‘Dolandırıcı Felix Krull’un İtirafları’nda bir gencin pikaresk maceralarını anlatırken 20. yy Almanyası’nın belki de en eğlenceli romanlarından birisini yazmıştı. Kısacası yazarın ruh hali ile ‘Aldanan Kadın’ arasında yaşlılık üzerinden bir ilişki kurulamaz. Ölüm teması Mann’ın her döneminde işlediği bir mesele, kendisini gizlediği bir maskedir. Adorno’nun ifadesiyle, “Yazdıklarının merkezini ölüm oluşturmuş gibi duruyorsa eğer, bunu bir yokluk özlemine ya da çürümeye duyulan özel bir yakınlığa değil de gizli ve kurnaz bir batıl inanca bağlamak gerekir: İnsanın korktuğu şeyi tam da onu sürekli konu etmek ve tartışmakla savuşturabileceğine inanması...”
ALDANAN KADIN
Thomas Mann
Çeviren: Esen Tezel
Can Yayınları, 2017
96 sayfa, 10.50 TL.