Güncelleme Tarihi:
En belirgin ve tartışmaya açık örneğini Orhan Pamuk’un ‘Kar’ romanında görmüştük onun. O, her daim idealize edilen fakat her zaman yenilgiye ve anlaşılmamaya yazgılı şairden başkası değildi. Bazen K olarak karşımıza çıkıyor, bazen de fesli Ahmet Cemil kisvesine bürünüyordu. Oysa, öteden beri, edebiyatın değişmez konularından, öznelerinden biri olmuştu şair ve şiir. Divan dibaceleri, cönkler bir gün bu gözle didik didik edildiğinde ondaki değişim ve gelişimleri de görmek mümkün olacak. Şimdi elimizde görmezden gelinemeyecek yeni bir çalışma var. Değerli akademisyen Bahanur Garan Gökşen ‘Geç Osmanlı Dönemi Romanlarında Şair ve Şiir’ adlı çalışmasında, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e ama özellikle Osmanlı’nın son dönemine odaklanarak bu meseleye derinlik kazandırıyor. Namık Kemal’in ‘Cezmi’sinden Selahaddin Enis’in ‘Zaniyeler’ine değin onlarca romanı bu bağlamda okumaya girişiyor.
Burada ilginç olan, şairin artık romancı tarafından kurgulanması ve buna bağlı şiir meselesinin tartışılmasıdır. Yeni bir konumlandırmadır bu. Elbette tip yaratmada mahir olan romancı kendisine göre şekillendirecektir yaşattığı tipi. Bu tip romancının idealize ettiği veya eleştirdiği persona mı yoksa gerçek hayatta karşılığı olan kişi/kişilik midir tartışmaya açık. Hatta neden romancının bu tip üzerinden konuşmak istediği de başlı başına teorik bir tartışma. ‘Sonu hüsranla bitecek bir hikâyenin kahramanı’ olarak belki hâlâ en canlı ve gerçek kişilik Halid Ziya tarafından çizilen Ahmet Cemil’dir ama Bahanur Garan Gökşen, şaire ve şiire gitmeden, tipleri sergilemeden önce sanat ve sanatçı kavramını irdeler. Buradaki amacın şairi politik zeminden öte poetik çizgide görmek isteği olduğu açık. Lakin, şairi ve şiirin edebiyat içinde sanattan politikaya itilmesi ve orada sıkıştırılması düşündürücüdür. Bugün de şiirdeki ölçüler sanattan değil siyasetten çıkmaktadır hâlâ.
Fakat kim ne derse desin, Ahmet Cemil tipolojisinin yaydığı etkin tanımlama, romantik bir miras da bırakır edebiyatımıza. Melankolik şair tipinin ortaya çıkışı biraz da romancı tarafından ustaca şair rolünün edebiyattan geri çekilmesidir. Ben buradaki asıl sorunun edebiyatımızda ve edebiyat tarihçiliğinde olduğu gibi biyografi yazarlığının gelişmemesinde düğümlendiğini düşünüyorum. Romancıların yarattığı tipler eğer biyografi ile paralel yürüseydi daha kalıcı sonuçlara gidilebilirdi. Üç ana bölüm boyunca Bahanur Garan Gökşen bize şair, şiir ve yaratıcılık meselesini akılda tutarak şairin görünüşünü sunuyor. Gelenekçilik, yenilikçilik gibi ana yoklayışları ve yine kavramsal olarak şiir anlayışlarını izleyebilmenize imkân veriyor. Ne var ki, romanların başarıları ile sınırlı kalıyor bütün bunlar. Çünkü romancının kavrayışı ne denli derinlikli ise konunun bir sonraki nesle aktarılışı o kadar güçlü oluyor.
Böyle çalışmalar kaldığı yerden çıkıp, -1923 eşik bir zaman çünkü- asıl romanımızın ve şiirimizin modernleşme sürecini tamamladığı 1960’lara kadar geldiğinde daha sağlıklı sonuçlar içerir. Bu haliyle, Gökşen bir başlangıç çizgisi belirlediği gibi geleceğe dair bir vizyon da sunmuş sayılır. Hikâye, şiir ve tiyatro eserlerine de bu gözle bakılması ayrıca gerekir.
GEÇ OSMANLI DÖNEMÄ°Â
ROMANLARINDA ŞAİR VE ŞİİR
Bahanur Garan Gökşen
Vakıfbank Kültür, 2021
384 sayfa, 30 TL.