Güncelleme Tarihi:
Daha ilk kitabımın önsözünde Roland Barthes’tan etkilendiğimi de yazmıştım. Sonra bu yazdığımdan pişmanlık duydum, asıllarını okumadan yalnızca Türkçede yayımlanmış birkaç kitabını okuyarak en çok şey öğrendiğim yazarlardan birinin Roland Barthes olması tuhaf gelebilirdi. Keşke yazmasaydım, diye geçmişti aklımdan.
Şimdi neredeyse 30 yıla yakın bir zaman sonra yeniden düşünüyorum: İyi ki o zaman o notu düşmüşüm. Bu uzun arada Roland Barthes’ın pek çok kitabı yayımlandı Türkçede ve onun bir edebiyat düşünürü olarak yazdıklarını bütüncül biçimde kavramamıza yetecek bir birikim oluştu. Demek erken zamanlarda onu doğru ipuçlarıyla keşfetmek de yaratıcı okuma biçimini içselleştirmek için önemliydi.
Louis-Jean Calvet’nin Roland Barthes biyografisi beni yıllar önceki sözlerimle karşı karşıya getirdi. Denebilir ki iki yazar, koca bir yüzyılın edebiyat düşüncesini bir yerden alıp başka bir yere çıkardı: İlki Roland Barthes, öteki Umberto Eco. 100 yıl önce yaşayanlar onların yazdıklarını okuyamadı ve biz edebiyatın 100 yıl önce bilinenlerden başka sırları olduğunu şimdi onları okuyarak öğreniyoruz.
Roland Barthes’ın yaratıcı düşüncesinin yerinde duramadığını, sürekli gelişip değiştikçe onu izleyenleri şaşırttığını Louis-Jean Calvet de önsözde belirtiyor. Yazınsal metni donup kalma tehlikesinden kurtarmak için sürekli işleyen bir okuma biçiminin zorunluluğunu paslı zihinlerin anlaması zor. Edebiyatın bildikleri yerde durmasından ve hep yazılanların yazılmasından hoşnut olanların kendi mahallelerinden çıkmaya korktukları bir yerde yaşıyoruz.
Barthes’ın erken başyapıtı ‘Yazının Sıfır Derecesi’ni yayımlanışından on yıllar sonra okuduğumda hissettiklerimin, Fransa’daki yazarların ve entelektüellerin 1953’te coşkuyla dile getirdikleriyle aynı olduğunu gördüm. Maurice Nadeau, “İlk ortaya çıkışını selamlamamız gereken bir yapıt” demiş ‘Yazının Sıfır Derecesi’ için. Roland Barthes 38 yaşında herkesin konuşup tartışmak zorunda kaldığı bir metinle neden sonra kaybolacağı bir derin dünyaya böylece giriyordu.
Kurmaca metnin sırları anlatım sorunlarına getirilen çözümlerde gizli. Roland Barthes, ‘Yazının Sıfır Derecesi’nden başlayıp ömrünün sonuna dek yazdıklarında yaratıcı yazıyla yazınsal dilin önceden düşünülmemiş sorunlarını önümüze getirirken parlak bir zekânın çözümlerini gösteriyordu.
Calvet’nin biyografisinin Roland Barthes’ı ne kadar iyi anlattığını düşünürken 1960’larda, belki en çok Tel Qel dergisi çevresinde bulunan yazarların, içinde yaşadıkları edebiyat kültürünün büyük bir sıçrama yapmasına neden olan verimli ilişkilerine bakıyorum, bizim gençlik yıllarımızda önceki kuşakla aramızda yaşanan yakın ilişkileri hatırlıyorum. Orada bambaşka bir düzeydeydi belki ama burada da iki kuşak arasında dergilerde başlayıp sofralarda süren yakınlığın edebiyat dünyamızda bir daha yaşanamayacağını sanıyorum. Bir benzerinin gelmeyeceği o zamanlar öyleydi, şimdi anısıyla yaşıyoruz.
Roland Barthes’ın bulunduğu topluluk içinde bambaşka bir parıltı saçtığı hep belirtilir. Çok yakınındayken bile onu kıskanırmış Foucault, hem de Foucault. Kıskançlığı aynı zamanda Barthes’ın iyicil kişiliğinden mi geliyordu acaba? Roland Barthes herhalde yüksek düzeyli bir zevk, düşüncenin yapraklarını sorularla açan bir zekâ olarak görünüyor olmalıydı.
Calvet, Barthes’ın Marksist olduğunu ama Stalinci olmadığını, asıl alanı içinde edebiyat yapıtlarına farklı bir okuma biçimi önerdiğini belirtirken onu şu sözlere sığdırarak anlatıyor: “Barthes bir duvar örmeyi başarmıştır. Sartre, Brecht, Saussure, Jakobson ya da Bahtin ‘tuğlaları’yla örülmüş yenilikçi bir duvardır bu, çünkü Barthes’ın elinde çimento vardır.”
Bir Roland Bathes tutkunu olan Sema Rifat’ın bu kitaptaki güzel çevirisine selam göndermeyi de unutmayalım.