Güncelleme Tarihi:
Birkaç ay önce Hürriyet’e verdiği söyleşide “En başından beri hayvanlar, insanlar ve hatta adlandırması güç kimi mahluklar resimlerimde bir araya geliyorlar. Hepsi doğanın bir parçası gibi benim için. Hepsi birlikte bir mitologyayı, bir evreni oluşturuyor. Ben o doğaya, o hayvanlara âşığım” diyen Selma Gürbüz, 100’ü aşkın yapıtının yer aldığı sergisinin başlığına ‘Dünya Diye Bir Yer’ diyerek doğayla ve dünyayla kurduğu ilişkiye vurgu yapmak istediğini belirtmişti: “Doğasıyla, hayvanları, bitkileri, kadınları, mitleri, masalları ve bütün duygularıyla içinde nefes aldığım, kalbimin en derinlerinde hissettiğim, ara vermeden resmettiğim dünya... O dünyaya biraz mesafelenerek, sanki başka bir gezegendeymiş gibi yoğun bir duygusallık, biraz şefkat, biraz üzüntü, biraz aşk, biraz melankoli, masalsılık ve düşsellikle bakıyorum.”
1960 yılında İstanbul’da doğan Selma Gürbüz, sanat eğitimin 1980 yılında İngiltere’deki Exeter College of Art Design’da başlamış, 1984 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’ni bitirmişti. Resimlerinde sıklıkla İran, Hint, Türk minyatürü ile Uzakdoğu sanatından metifler kullanan Gürbüz, “Geleneğin içindeki duyguyla ilgileniyorum. Benim şansım hem Batı’yı hem Doğu’yu iyi bilmem. İki kültürü de çok iyi tanıdığım, bildiğim için Doğulu bakışla Batı’yı yorumluyorum. Yıllar içinde Batılının Doğu sanatına nasıl baktığını çok derinden hissettim. Doğu ve Batı arasında çalışan bir sanatçı olarak ben de Batı’yı hayal ettim biraz. Birazcık da onunla oynadım. Şunu da eklemek isterim; benim için hiçbir sınır kalmamıştır. Yani her şeyi kendime, kendi dünyama çevirebilirim. Doğulu da olsa Batılı da olsa hepsi, bütün dünya sanat tarihi, arkeolojik eserler de buna dahil, hepsiyle ilişkiye girerim. Hepsini incelerim, istediğimi alır, istediğimi eklerim. Ama kendi dilimde” demişti.