Güncelleme Tarihi:
Ata Tuncer, ‘Amenna Bulvarı’ adlı öyküsüyle altKitap Öykü Yarışması’nı kazandığında takvimler 2017 yılını gösteriyordu. Aradan geçen iki senenin ardından ‘Amenna Bulvarı’ yer yer kesişen ve iç içe geçen öykülerden oluşan bir roman formuyla yeniden raflardaki yerini aldı. ‘Amenna Bulvarı’, eskiden Alimallah Sokak olarak anılan, sonrasında kentsel dönüşümle bulvara evrilen bir semtin öyküsünü anlatıyor. Kimi zaman korkak adımlar atarak hızlıca geçmek istediğimiz o sokağın hikâyesini Ata Tuncer’den dinliyoruz.
‘Amenna Bulvarı’ bir öyküyken roman formuna dönüştü. Öyküleri roman haline getirmeye nasıl karar verdiniz?
2017’de altKitap Öykü Yarışması’nı kazanan ‘Amenna Bulvarı’ adlı öykü, bu romanın içinde bir bölüm. Lokomotif öykülerden biri. Roman, birçok öykünün peş peşe gelerek kıvrımlandığı, birçok karakterin birbirine eklendiği parçalı bir yapıdan oluşuyor. Romanın anlatıcısı Yeşilli, “En başında, hikâyemizi yazarken daha ‘Amenna Bulvarı’nın romanını yazdığımı bildim” diyerek karşılıyor okuyucuyu. Bu çok parçalı anlatım epeydir aklımdaydı. 2014’te çıkan ‘İlk Cinayeti Şiir İşledi’ adlı şiir kitabımda, ‘Amenna Bulvarı’ndaki birçok karakterin ve mekânın şiiri yer alıyor. 2017’de Mitos Boyut Sahne Eseri Yazma Yarışması’nı kazanan oyun metnimde yer alan ’Kraliçe Gece’ de yine ‘Amenna Bulvarı’ndaki bir karakter. Romanda göz ucuyla görünüyor. Romanın yazımı uzun yıllara yayılan bir örgü örme işi gibi gelişti. Bir seri gibi hem içeriden öykülerle hem de dışarıdan kitaplarla atılan düğümler bu romanda çözüldü.
Kitabı okudukça gerçek ve düş arasındaki çizginin muğlaklaştığını fark ediyoruz. Öte yandan da kentsel dönüşüm, ötekileştirme, ekonomik kriz gibi birçok toplumsal olayın izlerini görüyoruz. Bu dengeyi nasıl kurdunuz?
‘Amenna Bulvarı’, eskiden Alimallah Sokak olarak anılan, sonrasında kentsel dönüşümle bulvara evrilen bir suç mahalli. LGBT+ bireyler, sokak insanları, kenara itilenler, görmezden gelinenler... Bu sokakların insanları zaten hem ekonomik hem toplumsal olarak dışarıda kalmışlar. Hikâyelerini anlatırken gözettiğim denge, bu dengesizliğin dışavurumuydu sadece. Korkulu bir acelecilikle arşınladığımız o sokaklarda neler yaşanıyor? Göz göze gelmekten çekindiğimiz insanlar neler sayıklıyor rüyalarında? Birbirlerine değdiklerinde nasıl hikâyeler çıkar? Peşinden gittiğim, bu insanlar ve hikâyeleriydi. Gerçekle hayal arasında süregiden, bazen yaşarmış gibi yaşanan, bazen de ağır trajedileri kaldırabilmek için her şeyin bir rüya olduğunu, masal olduğunu düşünen, yok sayılan o insanlar...
Kitabın her bölümünde farklı bir renk skalası ve bölümle alakalı diyebileceğimiz uygun şarkı önerileri var. Şarkılara ve böyle bir uygulamaya nasıl karar verdiniz?
Kitapta ismiyle müsemma yedi renk var: Kırmızı, Yeşilli, Sarı, Turuncu Adam... Her bölüm başında bir skalada, hangi öyküde, hangi renkleri, yani karakteri okuyacağımız söyleniyor. Bir film karesi ya da tabloda gördüğümüz renklerin skalasını görür gibi o öykünün renklerinden haberdar oluyoruz. Roman boyunca, renkler ayrılıyor birbirinden. Bazen hiçbiri yok, o zaman griye düşüyoruz. Sonunda tüm renkleri yan yana görüyoruz.
Hem yazım sürecinde hem de yazımdan sonra, şarkılar hep eşlikçi oldular romana. Okuyucuya da bana eşlik ettiği kadar
değsin istedim. Alternatif bir okuma isteyen okuyucu için, belki o hikâye ‘yaşanırken’ bir evin penceresinden yükselen ses, o şarkı. Bazen de karakterlerden birinin hafifçe ıslık çalarak yürüdüğü sokakta yankı. Bazen arabesk, bazen punk... Ama bir mırıltı yine, kitaptaki kafiyeli cümleler, tekrar eden aşklar gibi bir melodi.