Güncelleme Tarihi:
‘Hayy Bin Yakzân’ın çevirisi konusunda, bir düze çıkıldı sanıyorum. İbn Tufeyl’in bu yapıtının, bugünlerde dördüncü çevirisi yayımlandı. Ben metni üçüncü çeviriden, Mehmet Hakkı Suçin’in çevirisinden (2021) okudum. Suçin’in çevirisi, şiirsel ve edebi bir çeviri; bir solukta okunuyor. Onur Özatağ’ın bugünlerde yayımlanan çevirisi ise daha felsefi, sıkı ve sıkılaştırılmış bir çeviri. İbn Tufeyl’in referanslarının bilgisini de dipnot biçiminde içeriyor. Bu çok önemli. Kronolojik zaman bakımından uzaklaştığımız bir geçmişin metinlerinin okuması ve tarihsel bakımdan yerine konması, bu dipnotlar olmaksızın kolay değildir. Yine de ben, metnin, sözgelimi 40’lı yılların Türkçesine değil bugünün Türkçesine çevrilir gibi çevrilmesinden yanayım. Filozofun kavramları, Arapça kelimelerle değil, Türkçe kelimelerle karşılanmalı.
Bu metnin okura sunuluş biçiminde de aşılması gereken sorunlar mevcut. ‘Hayy bin Yakzân’, kendisinden önce, İslam düşüncesi ve kültürü içinde yazılmış eserlerden çok, genellikle Defoe, Bacon, Spinoza, More gibi düşünür ve yazarların eserleriyle kıyaslanarak, onları etkilemiş olduğu iddiası ile gündeme getirilir. Oysa her metin kendi kültürünün ve felsefesinin problematiğinin sonucunda ortaya çıkar. Sözgelimi Thomas More’un ‘Ütopia’sı, Avrupa’da monarşiye karşı alternatif modern devlet anlayışı tartışmalarının eşiğinde yazılmıştır. Modern devlet anlayışının ortaya çıkması bakımından geleceğe işaret eder. More yalnız değildir; Tomasso Cammanella’nın’ Güneş Ülkesi’ de aynı bağlamda yer alır.
‘Hayy Bin Yakzân’ ise geleceğe değil, geçmişe, teolojik bakımdan yaratılışın başlangıcına işaret eder. Metnin değil ama hikâyenin girizgâhında yer alan şu cümleler, bu metnin yazılma nedenine ilişkin problematik hakkında bilgi verir:
“Ekvator hattı altındaki Hint adalarının birinde, anası babası olmadan kendiliğinden doğan insanlar yaşardı. El-Mesudi’nin ‘Vakvak Adası’ dediği bu yerde meyveleri kadınlar olan ağaçlar vardır.”
“Meyveleri kadınlar olan ağaçlar” betimlemesi, metin içi referansı olmayan bir imgeyi, daha çok metin dışı, dönemin erkek fantezisini dile getiren bir imge olsa gerek. Bu bakımdan Cem Yılmaz’ın ‘G.O.R.A.’ filmindeki ‘sucuk ağacı’ imgesine benzer bir imgedir.
Ama metnin problematiğini oluşturan yargı, “anası babası olmadan kendiliğinden doğan insanlar” cümlesinde ortaya çıkar. Bu ifade bir taraftan, yaratılışın başlangıcına, Âdem ile Havva’nın anası babası olmadan yaratılmışlığına işaret eder; diğer taraftan da, gayrimeşru ilişki sonucunda doğan çocuk sorunsalını dile getirir. Nitekim İbn Tufeyl, edebi kişisi ‘Hayy Bin Yakzân’ hakkında böyle bir yorumun konuşulduğuna da dikkat çeker ama bence kendisi yaratılışın başlangıcına işaret etmektedir.
İbn Tufeyl’in, insan bedenindeki organlara ilişkin yorumu da İbn Sina öncesine ait: “Bedenin her bir organı ruhun hizmetçisi veya temsilcisinden başka bir şey değildi. Bedenin işlerini, ruh çekip çeviriyordu.”
‘Hayy Bin Yakzân’, Farbi’nin felsefesine karşı yazılmış gibidir.
İbn Tufeyl’in tezi, insanın, ebeveyni olmadan, yani bir eğitim yaşantısı geçirmeden, kendi kendine dünya ve varlık bilgisini öğrenebileceğini dile getirir. Hayy Bin Yakzân, ölü bedenin gömülmesi gerektiği, ateşin yakıcılığı gibi maddi dünyayla ilgili bilgileri duyum ve deney vasıtasıyla öğrenir. Zorunlu varlıkla ilgili bilinci ise akıl yürütme vasıtasıyla. Ama Tufeyl’in altını çizdiği şurasıdır; bu bilgilerin hareket ettiricisi dış, yani maddi dünyadır; Yakzân, dış dünyada olup biten başka bir olaya tanık olur ve buradan ilham alarak, kendi bilgi dağarcığını oluşturur.
Son olarak... İşrâkıyye’den kasıt, İşrak felsefesi ise, yani Sühreverdi’nin felsefesi ise, ki kastedilen bu, İbn Tufeyl’in İşrâkıyye düşüncesinin mensubu olması kronolojik bakımdan mümkün değil. Tufeyl, Sühreverdi’nin önceli; 1185 yılında 80 yaşında ölmüş. Sühreverdi ise 1191 yılında 36 yaşında idam edilecektir.