Psikanaliz hareketinin kendini imhası

Güncelleme Tarihi:

Psikanaliz hareketinin kendini imhası
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2018 16:43

Sébastien Dupont’un ‘Psikanaliz Hareketinin Kendini İmhası’, psikanaliz hareketinin en verimli olduğu çağın, 1960 ile 1980 arasındaki yıllar olduğunu belirtiyor. Ama hareket bugün çok verimli olduğu bir çağın geri tepmesiyle karşı karşıya.

Haberin Devamı

‘Necla Rüzgar’ın Sanatının Oluşumu’ [K24] başlıklı yazımda, Batı’yla ‘dolaysız özdeşlik’ içinde gelişen Türk resim sanatında, psikanalizin etkili ve belirleyici bir rolü olduğunu, ama bu etkinin 90’lı yılların başında sona erdiğini dile getiriyordum. Psikanalizin etkisi ve entelektüel aurası, gerek resim sanatından gerekse kültürel ortamdan geri çekilmeye başlamıştı. Teorik bir olayın nedeni, yine teorik bir olaydır. Psikanalizi geriye doğru iten entelektüel öğenin feminist teori olduğu kanısındayım. Şunu da belirtmekte sakınca görmüyorum: Pedagojik ilgim dışında, psikanaliz, benim üzerimde pek etkili olmadı. Psikanalize karşı mesafeli olduğum, herhangi bir referansta bulunmadığım da, bir tespit olarak dile getirildi.

Bu öznel girizgâhı şu nedenle yapıyorum: Sözünü ettiğim çalışma tam da olup bitmiş iken, Sébastien Dupont’un ‘Psikanaliz Hareketinin Kendini İmhası’ adlı kitabı, beklenmedik bir biçimde, bir sürpriz olarak yayımlandı. Dupont için, içerden biri diyebiliriz; psikanalizin olağandışı bir buluş olduğuna inananlardan ama gerçekliği de gören bir göze sahip. Benim sözünü ettiğim durum Türkiye’yle ilgili, Dupont ise, psikanalizin kalesi durumunda olan Fransa’dan söz ediyor. Fransa’da, psikanalist sayısının 6000 civarında olduğu bilgisi, Dupont’un altını çizdiği bir veri. Dupont, psikanaliz hareketinin en verimli olduğu çağın, 1960 ile 1980 arasındaki yıllar olduğunu da özellikle belirtiyor: Ama psikanaliz hareketi bugün çok verimli olduğu bir çağın geri tepmesiyle karşı karşıya. Ona göre, ‘psikanalizin bugün karşılaştığı sorunların Freud’un zamanındakilerle çok az benzeri var, belki de hiç yok’. Bugünkü sorun, belki de devasa büyümekten, ‘psikanalizin derinden ve her seviyede değişikliğe uğramasından kaynaklanıyor’. Psikanaliz referanslarının psikiyatri, psikoloji ve felsefe, edebiyat ve beşeri bilimler gibi disiplinlerde marjinalleştiğine dikkat çekiyor Dupont. Ona göre daha önemlisi ise, psikanalizin terapi konusunda yarattığı hayal kırıklığında ortaya çıkıyor. Bu arada bir ayrıntı; Dupont, Derrida’nın 1996 yılında yayımlanan ‘Resistances de la psychanalyse’ başlıklı yazısında, ‘psikanalist hareketin içerisinde kendini yok eden bir sürecin izini tespit ettiğini’ dile getirmekte. Dupont’un kitabı, psikanalist hareketin entelektüel geri çekilişi bakımından, bir dönüm noktasını dile getiriyor.

Haberin Devamı

PSİKANALİZ HAREKETİN KENDİNİ İMHASI
Sebastien Dupont
Çeviren: Öncel Naldemirci
Yapı Kredi Yayınları, 2018
140 sayfa, 15 TL.

Haberin Devamı

Psikanaliz hareketinin kendini imhası

Haftanın Önerisi:

1- Lizbon – Her Turistin Görmesi Gerekenler, Fernando Pessoa, Çev. Hakan Atay, Pharmakon Yayınevi. Lizbon, Huzursuzluğun Kitabı gibi ‘sandık’tan çıkan bir Pessoa sürprizi. Enis Batur, bir yerde, yazarların yaşadıkları şehri pek merak etmediklerinden, keşfetmeye çıkmadıklarından söz etmişti. Lizbon, bu bakımdan özellikle önemli.

2- Politik İnceleme, Spinoza, Çev. Murat Erşen, Doğu Batı Yayınları. Kitabın bu yeni baskısında geliştirme ve katkılar söz konusu. Politik İnceleme, ‘Tractatus Politicus’ adıyla yayımlanmıştı. Bu yeni baskıya, Spinoza uzmanı Charles Ramond’un bir yazısı eklenmiş. Altını çizmek gerekiyor; Erşen, çeviriyi geliştirmiş. Kavram ayrımlarının Latincesiyle birlikte verilmesi, Spinoza’nın metindeki referanslarının dipnot olarak eklenmesi, bu yeni baskının en önemli özelliği.

Haberin Devamı

3- Elimde Çürüyor Elma, A. Galip, Kaos Çocuk Parkı Kitap. 2000’li yılların göz ardı edilmiş şairi A. Galip’in bu dördüncü şiir kitabında, görsel imgenin yanında işitim imgesi daha belirgin bir özellik. Galip’in şiiri için, Gülten Akın’ın, Seyran’ın poetik çocuğu diyeceğim. Galip, Akın’dan ve Ali Cengizkan’dan sonra, onlardan farklı bir bölgeyi, Tuzluçayır’ı ve Gezi’yi merkez edinerek, 2000’li yıllara ait bir Ankara imgesi kuruyor. Burada bastırılmış bir yaşama ve düşünme biçimi olarak Aleviliğin poetik olarak geri dönüşü de söz konusu. Kitabın adını çok beğendiğimi de belirtmeliyim.

BAKMADAN GEÇME!