Güncelleme Tarihi:
Binpınarlı İda’dan adalara, geniş ve bereketli ovalara, antikçağlardan beri önemli mücadelelere tanıklık etmiş, çok özel bir bölge Çanakkale. Hakkında binlerce kitap çıkaracak kadar malzemeye sahip olduğu aşikâr olan bu özel coğrafya ile tanışıklığım, 2015 senesinde başladı.
Eski adı Tenedos olan Bozcaada’da pastacılık ve fırıncılık yapan rahmetli hemşerim Tahir Günday’ın daveti üzerine ada yolunu tutmuşken, Çanakkale’den geçtik haliyle. O kısa geçiş bile beni çok etkilemişti. Sonrasında daha uzun kalacağım ziyaretlerim oldu, pandeminin ilk döneminde de bir günlük bir zorunlu ikametim oldu, iskeledeki otellerden birinde. Uzun uzun körfezi izleyip, denizin uğultusunu dinledikten sonra İstanbul’a dönmeyip, rotamı Biga’a çevirmiştim. Çanakkale, rahmetli amcamın askerdeyken hastalandığı yer olarak belleğimde acı bir iz bırakmış olsa da ziyaret edince sevmeye başladığım yerlerden biri oldu. Şu anda da en yaşanılası şehir olmasının tesadüf olmadığına inanıyorum, çok arkadaşım/tanıdığım da Çanakkale’ye yerleşti ya da döndü.
Şimdi Çanakkale ile ilgili ne zaman bir materyal görsem, dikkat kesiliyorum. Troya’ya da gittim ama maalesef kapalıydı, o içimde kalan ukdeyle, yeniden giderim ümidiyle okumalara başladım. Tam da böylesi hevesimin arttığı bir dönemde, İbrahim Dizman’ın ‘Suyun ve Rüzgârın Şehri: Çanakkale’ derlemesi kapımı çaldı. Diyebilirim ki bir çırpıda bitirdim kitabı. Birbirinden değerli araştırmacı, yazar, küratör, eski belediye başkanı ve Çanakkale gönüllüsünün kaleme aldığı makalelerden oluşan derleme; Çanakkale’nin tarihini, kültürünü, coğrafyasını, dillerini, âdetlerini, yaşam biçimini merak edenler için fazlasıyla tatmin edici.
Antik dönemin en önemli merkezlerinden Troya’nın ev sahibi olan bölgede Homeros’un ‘İlyada’sında bahsettiği mitolojik öykülerin peşine de düşüyorsunuz, uçsuz bucaksız ovalarda yaşayan Pomakların yaşam mücadelesinin de. Kitap sizi antikçağdan başlayıp, sosyokültürel değişim süreçlerini ele alarak günümüze kadar dolaştırıyor. Çanakkale’deki kentli hayatı; Yahudilerin, Rumların, Ermenilerin bıraktığı izleri, davullu klarnetli müzik kültürünü, bereketli Yenice’yi, Biga’yı, bağcılığı, Bozcaada ve Gökçeadalı ada kültürünü kitaptaki makalelerle özümsüyorsunuz. Gece yakılan maşıngaların (kuzine) etrafında anlatılan Çanakkale’nin destansı savaş hikâyelerini gözlerinizden yaşlar akarak okurken, tarihin unutulmaz savaşlarına sahne olan bu bölgeye olan bağınız daha da güçleniyor.
Memlekette her güzelliğin bir bedeli de oluyor. Kitap, Kaz Dağları’ndaki altın madenciliği ile Biga gibi tarım ve hayvancılığın önde gelen bölgelerinde yapılan termik santralların, ekolojik dengeyi altüst edecek yeni ‘Truva atları’ olduğundan da bahsediyor. Antikçağlardan bu yana, savaşların sebebinin ekonomi ve tarımsal zenginlik sahibi topraklar olduğunu düşününce, bu denli bir bozgun hareketinin neden bu bereketli topraklara yapıldığına isyan etmemek mümkün değil.
Binpınarlı İda’nın bereketi daha çok yarınları kurtarsın, Troya’nın gözyaşları dinsin istiyoruz. Bu derlemeyi edinin, evinizden Poseidon’un rüzgârlarının uğultusunu eksik etmeyin.