Güncelleme Tarihi:
Per Petterson, 1952’de Oslo’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Kütüphanecilik eğitimi aldı, tüm zamanını yazarlığa vakfetmeden önce bir süre kitapçılık, çevirmenlik ve edebiyat eleştirmenliği yaptı. 1987’de öykülerden oluşan ilk eseri ‘Aske i munnen, sand i skoa’ yayımlandı. Daha sonra yazdığı ‘Ekkoland’ (1989), ‘Det er greit for meg’ (1992), ‘Til Sibir’ (1996) ve ‘I kjolvannet’ (Ardından, 2000) adlı eserleriyle Norveç’in tanınan romancıları arasına girdi. Asıl çıkışını ‘At Çalmaya Gidiyoruz’ (2003) ile yakalayan Petterson; Norveç Kitapçılar Ödülü, Norveç Edebiyat Eleştirmenleri Ödülü, Independent Çeviri Roman Ödülü, Dublin IMPAC Ödülü, Kuzey Ülkeleri Konseyi’nin edebiyat ödülüne layık görüldü. Eserleri 50’ye yakın dünya diline çevrildi.
BABAYA VEDA
Türkçede ‘At Çalmaya Gidiyoruz’ (2008), ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’ (2012), ‘Reddediyorum’ (2013) ve ‘Benim Durumumdaki Erkekler’ (2020) romanlarıyla tanıdığımız Petterson ‘Ardından’dan önceki romanlarından tanıdığımız Arvid Jansen’in hikâyesinden başka bir kesit sergilemiş. Eklemek gerekiyor; Petterson’a göre Arvid Jansen onun dublörü. Duygu ve düşüncelerini Arvid’de, yoğunlaştırarak tasvir ediyor.
Petterson’ın hayatının dönüm noktasının annesini, babasını, iki erkek kardeşini ve yeğenlerini kaybettiği feribot kazası olduğunu biliyoruz. ‘Ardından’ 1990 yılında 159 kişinin hayatına mal olan işte bu facianın ardından Arvid Jansen’in zihinsel ve ruhsal savruluşlarına odaklanıyor. Annesi ile geçirdiği son günlere kilitlendiği ‘Lanet Olsun Zaman Nehrine’ hakkındaki yazımın başlığı ‘Anneye Veda’ olmuştu. ‘Ardından’da sıra babasıyla vedalaşmaya gelmiş.
Hikâye, Arvid’in dibe vurduğu bir sahneyle açılıyor ve 200 sayfa boyunca Arvid’in çoğunlukla babasının ve babasına ilişkin karışık ilişkileri hakkındaki hayalleri ve anıları boyunca doğrusal olmayan bir yolculuğa çıkıyor.
1996 yılındayız. 43 yaşındaki Arvid’le altı yıl önceki kazanın hayaletleriyle ve suçluluk duygularıyla boğuşurken tanışıyoruz. Karısından boşanmış, kızlarının velayetini kaybetmiş, yerel kitapçıdaki işinden ayrılmış ve alkole batmış bir halde. Yazarlık kariyerinin başlangıcında ama bu trajedi sonrasında yazmayı bırakmış, edebiyattan umudunu kesmiş:
“Son kez bir şeyim yayımlanalı üç yıldan fazla oldu ve tezgâhın arkasındaki kadın beni tanımıyor, hem de en az iki kez tezgâhın önünde küçük bir masada oturup kitap imzaladığım halde. On sekiz yaşımda Keats, Shelley ve Byron okuduğumu, bir ya da belki iki kitabımın yayımlanmasını hayal ettiğimi hatırlıyorum; kitap dilden dile dolaşacak, herkesin aynası olacaktı ve o aynaya bakan kişi bir zamanlar nasıl biri olabileceğini görecek, gözyaşlarına hâkim olamayacaktı, bunun ardından ben öylece ortadan kaybolacaktım, genç öldüğü için ölümsüz olanların arasına karışacaktım, oysa şimdi unutulmuş orta yaşlılardan biriyim.”
Gerçek hayatta da unutulmuş Arvid, kendisine destek olacak kimsesi yok. Geriye kalan yegâne yakını olan ağabeyi David de kazanın travmasını aşamayan, boşanmanın eşiğinde, işini boşlamış, dahası intiharın kıyısına gelmiş bir adam..
ORTA YAŞ KRİZLERİ
Anlatı Arvid’in hayalleri, anıları ve gerçekleri arasında akıcı bir şekilde kayarak ilerliyor, ta ki onu yavaş yavaş kendisine ve topluma yabancılaştırana dek. Arvid, ayakta kalabilmek için aynı binada oturan Kuzey Iraklı bir Kürt sığınmacı ile geliştirdiği tuhaf dostluğa ve yine aynı binadaki bir kadın ile kurduğu cinsellik merkezli ilişkiye tutunmak zorunda...
Yitirdiklerinin ardından roman karakterlerinin dibe vurduğu hikâyeler anlatan pek çok roman adı sayılabilir. Mesela ‘Ardından’ı okurken benim aklıma Paul Auster’ın iki yıl sonra yayımlanan ‘Yanılsamalar Kitabı’ (2002) geldi. Auster’ın kahramanı karısı ve çocuklarını uçak kazasında yitirmiş ve acısını alkolle uyuştururken hayattan el ayak çekmişti. Hikâyeler elbette benzeşebilir, hatta benzeşme ve etkilenmeler kaçınılmazdır. Mesele benzer hikâyeleri farklı ve özgün biçimlerle romanlaştırabilmekte.
‘Ardından’ı özgünlüğü, onu benzer temalar etrafında kurgulanmış romanlardan ayıran en önemli özelliği Petterson’ın “okuyucuyu Arvid’in yerinden edilmiş kayıplığına ve tecrit durumuna sokma yeteneğinden” kaynaklanıyor. Arvid’in keder ve suçluluğunun sıkıntılı sularında gezinirkenki uyuşukluk haline kolayca nüfuz edebiliyoruz. Böyle bir ruh halini ortaya koymak için geleneksel hikâye anlatımının dışına çıkıyor, zihni babasına kilitlenmiş birinci tekil şahsın iç monologları ya da bilinç akışıyla durumdan duruma, zamandan zamana atlıyor. Hikâyesi sonsuz bir dizi ayrık hatırayı içermesine rağmen onları -her seferinde- sorunsuz bir şekilde birbirine bağlamayı başarıyor. Böylece başkasının kâbus dolu bir rüyayı andıran zihninde dolaşıyor hissine kapılıyoruz.
YAZMIŞ VE RUHUNU KURTARMIŞ!
Önceki romanlarını okuyanlar, hakkını teslim edeceklerdir; Petterson orta yaş krizine kapılmış erkek karakterler çizme konusunda gerçekten başarılı bir yazar. Arvid ve abisi David’in krizlerinde uğradıkları büyük travma etkili olmakla birlikte, üstesinden gelemedikleri evlilikleriyle, işleriyle, ilişkileriyle orta yaş krizine girmiş erkek tipinin kusursuz temsilcileri. Arvid’de bu kriz, kaderine duyduğu sessiz öfke ve yıpratıcı suçluluk duygusuyla daha da belirgin.
Burada bir kez daha, Petterson’ın sessizlikten daha sessiz olan gösterişsiz sesine dikkat çekmek gerekir. Yoklukları, boşlukları hikâyesinin parçası haline getiriyor, açıkça söylediğinden çok daha fazlasını algılamamızı, umutsuzluk ile yenilenen umut arasında köprü kurmamızı sağlıyor Peterson. Dış dünya en küçük ayrıntıda açıklanmıştır; bir bakış, bir değinme, küçük bir eylemin taşıdığı önem, sessiz, sözsüz ama anlayışlı bir bakış, sadece karanlığın olduğu dünyaya açık bir kapı, kardeşçe bir kucaklama ya da çarpıtılmış hatıralardan daha fazlasını ortaya çıkaran bir rüya, bazen ölümden geri dönmek, yeniden yaşamaya başlamak, uyanmak..
Evet, edebiyatın araç gerecini çok iyi kullanarak -en azından ilk bakışta- iç karartıcı hikâyeler anlatıyor Peterson. Ne var ki bu hikâyelerin umut, hakikat, vaat ve hatta hüznü parçalayan bir mizah barındırdığını da söylemeliyim. Gösterişsiz ama etkileyici bir dil evreniyle, üslubun pırıltısıyla aydınlatıyor karanlık atmosferi. Arvid’in sessiz inzivası bir yanıyla yıkıcı ama onun uzun bir yas döneminden sonra gerçek hayata dönmeye istekli olduğunu sezebiliyoruz.
‘Ardından’ın içinde serpiştirilmiş pek çok tema arasında edebiyatın kendisine, aydınlatma, anlamlandırma ve direnme gücüne de yer verilmiş. Petterson, yazılı dilin tesellisini ve insanın toplumsal varlığının gerekliliğini gösteriyor. Yazmış ve ruhunu kurtarmış!..