Güncelleme Tarihi:
‘Pembe ve mor ve vişneçürüğü ve siyah ne gibi anlamlar taşırlar?’ Bu soru, Nazım Ünal Yılmaz’ın OJ Art Space’te açılan ‘Karpuz Sergisi’nde kendini seyirciye en ısrarla dayatacak soru olabilir. Sergi adındaki cüretkâr ironiyi çok da derin okumayalım; ‘Barbarları Beklerken’ ve ‘Sibel’in Güzellik Salonu’nu izleyen bu üçüncü solo serginin adı, hem sanat yapıtının sergilenmesi işine alaylı bir gönderme hem de argoda bedenin karpuza benzetilebilecek bölgelerine anıştırma sayılabilir. Viyana ve İstanbul’da yaşayan Nazım Ünal Yılmaz İstanbul’daki ilk kişisel sergisinde beden ve devlet otoritesi üzerine söz söylemeyi önemser görünüyordu, ikincisinde ise beden, haz ve bunların (resimsel) tarihine yönelmiş gibiydi.
İkinci sergide özellikle bir büyük süslenme odası kompozisyonu, Yılmaz’ın pembeleri ile altın renklerinin, örneğin rokokonun üstadı Boucher’nin çıplaklarıyla ve onların sevdikleri türden bir cümbüşle akraba olduğunu düşündürüyordu. Bu sergide ise Yılmaz, pembenin tenin renklerinden sadece biri olduğunu, her an mora, kırmızıya, kangrenin vişneçürüğüne evrilebileceğini, olayın esasen organlara hücum eden kanın seviyesiyle ve bir çeşit boşaltımın gerçekleşip gerçekleşmemesiyle ilgili olduğunu ileri sürer gibi. Kaldı ki, gerçekleşse bile...
Yılmaz’ın figürlerinin, ölümcül ve erotik bir gücün pençesinde kıvrılıp bükülmeleri, kırılıp dökülmeleri, olmayacak konfigürasyonlar oluşturmaları bu resmi var eden aciliyet dolu renkler, hızlı ve seri fırça darbeleri, yoğun boya yüzeyi aracılığıyla resmin bize erotik bir deneyim olarak ulaşmasını -mümkün, değil- kaçınılmaz kılıyorlar. Susan Sontag, fi tarihinde Barthes’ın izinde “İhtiyacımız olan bir sanat estetiği değil, bir sanat erotikası” demişti. Nazım Ünal Yılmaz’ın resimleri için aynı şey kuvvetle söylenebilir, hatta iyice kuvvetle.
Kanın, hem renk anlamında hem olup bitenler anlamında tene hücumu, ten seviyesine yükselişi bu resimlere bakana hem ‘aynıyla vaki’ hem de ‘mecazi’ cinsel edimleri hatırlatmakla birlikte, aynı zamanda tüm bu erotizmin, kanın bu coşkun debisinin kanlı olaylara sebebiyet verebileceği hissini de uyandırıyor. Kan rengi, bu resimlerin hem duyusal/duygusal hem de resimsel fonu sanki; ağızdan dışarı uğrayan kan/lav, alevden dalgalar... Nazım Ünal Yılmaz’ın bu sergisinde erotik deneyimin çevreninde başka mecazlar da yok değil; süt, kucaklaşma, düşüş, ‘ahh!’ nidası, aciliyetin renk aracılığıyla beklenmedik bir komediye evrilmesi...
Latince bir deyiş, insanı da kapsayarak, ‘Her hayvan sevişmenin ardından hüzünlüdür’ buyurur. Bir akış olarak da okunabilecek resimlerden oluşan son Nazım Ünal Yılmaz sergisindeki tek tensellik dışı denebilecek an, kime ne yalan söylediğini bilmediğimiz burnu uzamış çıplak bir Pinokyo’nun fondaki fraklı figürün ‘idaresi’nde bir ritüelde diz çöküşünü resmediyor. Siyah bir pelerini üstüne attı atacak. Neredeyse yaslı. Acaba niye? Her seyircinin cevabını ayrı ayrı vereceği bir soru.
‘Karpuz Sergisi’, 3 Haziran’a kadar OJ Art Space’te görülebilir.