Güncelleme Tarihi:
Edward St. Aubyn, 1960’ta Londra’da doğdu. Yazar ve gazeteci St. Aubyn, Oxford Üniversitesi’ne bağlı Keble College’da yükseköğrenim gördü. Büyük ölçüde otobiyografik temele oturan ‘Unut Gitsin’, ‘Kötü Haber’, ‘Biraz Umut’, ‘Anne Sütü’ ve ‘En Sonunda’ adlı ‘Patrick Melrose’ romanlarının dördüncüsü ‘Anne Sütü’ 2006 Man Booker Ödülü’ne aday gösterildi, 2011’de filme çekildi. ‘Patrick Melrose’ romanları İngiltere’de beş bölümlük dizi olarak televizyona da uyarlandı ve Patrick rolünü Benedict Cumberbatch canlandırdı. St. Aubyn’in ‘A Clue to the Exit’ (Çıkış Yolu) ve ‘On the Edge’ (Diken Üzerinde) adlı iki romanı daha bulunuyor.
KERTENKELENİN BEDENİNDE
1960’lı yıllarda, Güney Fransa’nın muhteşem doğasına konuşlanmış bir kır evinde başlıyor Patrick’in hikâyesi. Henüz beş yaşında. Annesi Eleanor’un ailesinden kalan miras sayesinde zenginliğin nimetlerinden fazlasıyla nasiplenen bir aile. Ancak mutlu oldukları söylenemez. Zira Patrick’in babası David Melrose, karısı ve oğlu üzerinde mutlak bir egemenlik kurmuş durumda. Ayrıcalıklı sınıf konumuyla övünen, bunun kendisine küstahlık, kabalık, hükmetme gibi haklar verdiğine inanan David Melrose, Patrick’i ‘sanatkârane parmaklarıyla’ biçimlendireceği bir çamur olarak görüyor ve onu ‘eğitmek’ten büyük bir keyif alıyor. Eğitimden ziyade işkence diyelim buna...
İşte bu eğitimin sonuçları biçimlendirecek Patrick Melrose’un kişiliğini; babasının kötü muamelesinin çocuğun ruhunda açtığı yaralar... ‘Unut Gitsin’, Patrick’in hayatı boyunca unutamayacağı bir olayla, babasının taciziyle sona ererken Patrick travmasını bir kertenkelenin bedenine sığındığını hayal ederek atlatmaya çalışacak: “Babasının hırıltıyla soluduğunu ve karyola başının duvara çarptığını duyuyordu. Derken, yeşil kuşlu perdenin arkasından bir geko (kertenkele) belirdi ve açık pencerenin yanındaki duvarın köşesinde hareketsizce kaldı. Patrick ona doğru atıldı. (...) Çatının öbür yanına geçip uzaklaştı; kimse onu bir daha asla bulamayacak, nerede aramaları gerektiğini ve bir gekonun bedenine girdiğini bilemeyecekti.”
REDDİ MİRAS
İlk romanın sonlarında bir kertenkelenin bedenine sığınarak gerçeklikten kurtulmayı düşlemişti Patrick Melrose. Çocuklukta kurduğu bu düş, kaçış teması hem romanın hem Patrick’in kişiliğinin en önemli parçası. Kimsenin kendisini bulmasını, kimsenin kendisine değmesini istemeyen genç adam içkiye, uyuşturucuya yönelecek, ne yaparsa yapsın her seferinde bir kertenkele olmayı düşlediği o travmatik an parlayacak hafızasında. Maruz kaldığı kötülükler kişiliğindeki kötücül yanları bileyecek. Kısacası hayat bir kısırdöngüye dönüşecek Patrick için.
Dizinin ikinci kitabı ‘Kötü Haber’de yıllar geçmiş, Patrick 22’sine gelmiştir. Roman babasının ölüm haberiyle açılır. Babasının küllerini almak için New York’a giden Patrick başıboş bir hayat sürdüren, uyuşturucularla ayakta duran, ailesinden -özellikle babasından- nefret eden, bitik bir gençtir. Üçüncü romanda -‘Biraz Umut’ta- zaman biraz daha ileri saracak ve Patrick’le 30 yaşına bastığı günlerde karşılaşacağız. Uyuşturucudan kurtulmayı başarmıştır ama babasının hayaletinden değil...
Patrick Melrose’un insanlığına yeniden kavuşabilmesi için işte bu mirası reddetmesi gerekiyor. Sanıyorum serinin kalan iki kitabı bu süreci, Patrick’in kurtuluşunu işleyecek. ‘Kurtuluş’u nereden çıkardığımı sorabilirsiniz. Yazarla kahramanı arasındaki yakınlığın ilanı böyle bir sonuca varmayı kolaylaştırıyor. Zira Edward St. Aubyn’in hayat hikâyesine baktığımızda kötü mirası reddederek hayatla barışan bir insan portresi görüyoruz. Ancak yazarın hayatı ile kahramanınki arasında birebir örtüşme olmadığını da eklemeliyim. Mutsuz çocukluğunu, babası tarafından defalarca tecavüze uğradığını, annesinin görmezden gelerek suç ortağı olduğunu açıklasa bile hikâyedeki otobiyografik öğenin kahramanın psikolojisinde aranması gerektiğini söyleyen St. Aubyn, roman kahramanlarının -Patrick, Davit, Eleanor ve diğerlerinin- kurgusal karakterler olduğunu vurguluyor.
Roman tekniği de alışılageldik hayat hikâyelerinden farklı; ilk üç romanda, üç farklı zamanda ve mekânda geçen ama üçünde de tek bir güne sığdırılmış hikâyeler anlatılmış. Patrick Melrose’un hayatıyla ilgili çok fazla detaya girmemiş ama seçtiği yaşantı anlarının barındırdığı bireysel ve toplumsal karakteristikler sayesinde kahramanının içsel değişim sürecini sergilemeyi başarmış. St. Aubyn, ilk üç romanında önce bir çocuğun, sonra bir gencin ve nihayetinde bir yetişkinin iç dünyasına nüfuz edebilmiş. İşte bu iç dünya üzerinden onu kuşatan dış dünyanın çürümüşlüğüne ulaşıyoruz. Gerek Patrick’in gerekse de çevresindekilerin sınıfsal aidiyetleri nedeniyle zenginlere ait mekânlarda geçen hikâye aristokrasinin çürüme sürecini de yansıtıyor; dayanışmadan, empatiden, karşılıksız sevgiden, cömertlikten yoksun bir toplumun tablosunu...
Hayat hikâyesiyle anlatı arasındaki ilişkinin iyi bir örneği olan ilk üç romandan tat aldığımı söyleyebilirim ama bugünlerde dünya çapında kazandığı popülerliğin edebi başarısından ziyade yakında gösterime girecek TV dizisiyle ilgili olduğunu düşündüğümü de eklemeliyim.