Güncelleme Tarihi:
Direniş sadece politik kırılma anlarında ortaya çıkmaz. O büyük karşı koyuşun yolu, gündelik hayatta dayatılan her türlü iktidar formunu, dışlama mekanizmalarını, kalıp düşünce ve yaşam paketlerini tuzla buz eden küçük taşlarla döşenir. Evde, okulda, işyerinde, sokakta, mutfakta, alışverişte...
6 Ocak 2017 günü yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nden ihraç edilen akademisyen Süreyya Karacabey’in Epos Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı ‘Gündelik Hayata Direnmek’, işte tam da böyle bir direniş kültürünün arkeolojisini sunuyor.
Her biri farklı bir olayı inceleyen, farklı zamanlarda yazılmış 68 kısa makaleden oluşan kitap, dünyayı değiştirme ihtiyacının teorik düzlemi ile, bu ihtiyacı dillendirenlerin ve isteyenlerin bedensel konumlanışı arasındaki uçurumlara da dikkat çekiyor.
Karacabey’in derdi ‘paketlenmiş yaşam formları’ ile. Büyük iktidarın can damarlarının gündelik hayatta dayatılan kalıp davranışlardan, kimliklerden, mantıktan, ahlaktan geçtiğini düşünüyor. Dolayısıyla ona göre ‘gündeliğe direnmek’, küçümsenmeyecek bir özne faaliyetine kapıyı aralar.
Bu nedenle de kitapta Hrant Dink cinayetinden bir mülteci çocuğun bir esnaf tarafından dövülmesine, Gezi’de yaşamını yitirenlerden Lice’ye, yılbaşı ve Sevgililer Günü’nden referanduma, kadın cinayetlerine kadar onlarca farklı olay ve olgudan yola çıkılarak yazılan makalelerin hepsi gündelik hayatın hücrelerine gizlenmiş iktidarın farklı yüzlerini teşhir ediyor.
“Teferruat önemlidir” diyor Karacabey: “Fark esastır, kopuş esastır ve asıl etkisini siyasi bir programın iyi niyet mektubundan çok yaşamın içinde gösterir, severken, bir eve girerken, bir insana yönelirken, her yerde ama her yerde bir üslup edinmemiz gerekir. Üslup bir teferruattır yani her şeydir, jestler kalmamışsa bile yeniden üretilmelidir.”
Gündelik yaşamı bu denli politik ve sert bir alan olarak ele alan Karacabey, mahrem kalelere olanca şiddetiyle saldırıyor. Tolerans, yaşam biçimi, farklılık vb. çağdaş kalıpları, iktidarın etkin birer hücresi olarak gündelik yaşamda parçalanması gereken kaleler olarak görüyor.
BAZI SESLERİN YANKISI...
Karacabey’in makalelerindeki bütünlük ve bakış açısı, yayınevinin sunuşunda da belirttiği gibi, aynı zamanda 25 yılını akademiye vermiş bir bilim insanının da otobiyografisi niteliğinde.
Barış Bildirisi’ne o kıymetli imzayı neden attığının cevabını da yıllar önce yazdığı bir makalede buluyoruz.
“Bedenlerde bıraktığınız yanık izlerini, birinin çocukluğunda yarattığınız dehşeti, sözcüklerle açtığınız söz-yaralarını, hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi geri alamazsınız. Buradan bakıldığında adalet zaten yoktur ama haksızlık karşısında, geri alınamayacak haksızlığın karşısında utanmanın ve utancı yaratanlar karşısında durmanın bir anlamı vardır... Bazı seslerin yankısı zamanla azalmaz, bazı sesler rahatsız edici bir çığlık gibi asılı kalır dünyanın tavanında; Ulrike’nin (Meinhof) sesi gibi...”