Güncelleme Tarihi:
‘Değersiz Bir Hayat’ın yazarı Hanya Yanagihara, 2023 yılının belki de en yenilikçi, en korkusuz, en kışkırtıcı romanıyla karşımızda. Sorular soran, cevap vermekten çekinmeyen, aldığı övgüleri hak eden, her kelimesiyle damağınıza olduğu kadar dimağınıza da bir tutam lezzet bırakmayı vaat eden bir yetenek gösterisi.
Hanya Yanagihara, Hemingway tarzında kısa cümlelerle meramını anlatmayı tercih eden romancıların aksine uzun, süslü ve görkemli cümlelerle yazmayı tercih ediyor. Cümlelerinin nefes nefese bir ritmi var. Yanagihara, üslubuyla olduğu kadar insanın çektiği derin ve kaçınılmaz acıyı sayfalarına dökmesiyle de ünlü bir yazar. Karakterleri istismarcı ilişkilerin, onulmaz depresyonların, mahrumiyetlerin ve yürekten acıların pençesinde kıvranırken romanları adeta hayat buluyor.
‘Cennete’, tek bir kitap kılığına girmiş ama birbirleriyle ilişkili üç ayrı romandan oluşuyor. İlk kısım alternatif bir geçmişte, 1893’ün ABD’sinde geçiyor. Amerikan eyaletlerinin ayrılma kararı aldığı bir dönemde, New York’un da içinde bulunduğu Özgür Eyaletler’de herkesin istediği gibi yaşayabildiği, sevebildiği ve gay evliliklerinin yasal olduğu bir gerçeklik sunuluyor. Ülkenin en büyük bankalarından birinin veliahtı olan, ruhsal ve duygusal olarak savunmasız David Bingham, büyükbabasının onun için ayarladığı evliliği mi yoksa kendisinin sonu olabileceğini bildiği halde yüreğinin haykırdığı kişiyi mi seçecek?
İkinci kısım 1993 yılında geçiyor. Hawaiili genç avukat adayı David Bingham kendisinden bir hayli zengin ve yaşlı sevgilisiyle bir çeşit sınıf ve nesil çatışması yaşarken bir yandan da yıllardır mesafeli olduğu babasının sırlarını ve hastalıklarını herkesten gizler. Babası ise hastalığının ve depresyonun pençesinde tükenirken oğluna ulaşabilmeye çalışır.
Üçüncü kısım 2040’tan 2093 yılına uzanan bir distopya. Tüm dünyanın pandemiler, iklim değişikliği doğrultusunda gerçekleşen doğal afetler ve totaliter rejimlerin baskıları altında sarsıldığı, hiçbirimize pek uzak gelmeyecek bir gelecekte geçiyor. Kitapların, internetin ve her türlü özgürlüğün insanların elinden alınışına şahit olurken biliminsanlarının nasıl olup da cehenneme giden yolu en iyi niyetleriyle döşediğini görüyoruz. Mümkün olduğunca fazla insanın hayatta kalması için uğraşan politikacılar, doktorlar ve biliminsanları sonunda mümkün olduğunca fazla insanın hayatını işkenceye çeviriyor. En sonunda da kahramanımız gitme vaktinin geldiğini anlıyor ve David Bingham’ın yardımıyla kaçmaya çalışıyor.
‘Cennete’, bir yönüyle kelebek etkisini sorguluyor. Tarihte ve gelecekte bir adım farklı atılsa nasıl olurdu? Alternatif gerçeklikler mümkün olabilir miydi? Bir diğer yönüyle de hepimizi uyarmaya çalışıyor: Özgürlüklerimizden, insanlığımızdan, hayatı değerli kılan şeylerden vazgeçersek geriye ne kalır? Ne zaman anlarız bir distopyada yaşadığımızı? İnsanlar geçmişte Phnom Penh’ten, Saygon’dan, Viyana’dan ayrılma zamanı geldiğini nasıl anlamıştı? Sadece et, kemik ve kandan ibaret değildir ki insan, kalbi attığı sürece yaşıyor sayılsın. Kapısına gelen yakınlarını bile hasta oldukları gerekçesiyle ve onları suçlayarak geri çevirdiği halde, insan olmaya devam edilebilir mi? Korku içinde her türlü umut kırıntısına tutunarak yaşamaya çalışmak yaşamdan sayılabilir mi?
Tüm bu sorulara cevaplar verirken distopyalarımızı da adım adım bizim yarattığımızı söylemekten imtina etmiyor Yanagihara. Sessiz kalarak, risk almayarak, sadece hayatta kalmanın yeterli olabileceğini zannederek kendi etrafımıza olduğu kadar başkalarının da etrafına bir duvar ördüğümüzü gösteriyor. Duvarlar yükseldikçe güvende olduğumuzu sanıyoruz ama aslında kendimize inşa ettiğimiz sadece bir hapishane. Ancak örülen duvarlar ne kadar kalın ve yüksek olursa olsun, insanın nihayetinde zamanın ve mekânın ötesine ulaşma gayretinde olduğunu, içimizdeki iradenin, o insan kalabilmiş cesur insanın parmak ucuyla da olsa kendisi için biçtiği cennete varabilmek için elini kaldırıp uzanacağını söylüyor.