Güncelleme Tarihi:
Gamze Arslan öyküsü iki ana anlatma, duyurma kanalından ilerliyor. Bir yanda fantastiğin sınırlarını yoklayan gerçekötecilik, diğer yandan en küçük ayrıntıya bağlı katı gerçekçilik. Anlatımı mitler, inançlar, dinler, folklor ve mitoloji ile beslerken, anlatımını dünyaya bağlamayı, adeta bir gazetenin üçüncü sayfa haberi açıklığına dönüştürmeyi başarıyor. Burada dikkat edilmesi gereken öykücünün bunu dil ile kıvırması, alta çekerken üstte tutabilmesidir.
İlk kitabı ‘Çerçialan’dan beri dikkat ettiğim bir öykücü Gamze Arslan. Onun tematik bütünlüğü mesele edinirken bu temaya ideolojik (her bağlamda) yatırım yapmayışı da önemli. Onun altını çizdiği şey olay/olaylar değil sonuçta bir kök olarak bağlandığı olgu. Olgunun temelindeki de kadın-erkek karşıtlığı değil, tarih ve hayatla sarmalanmış, tanımlanmış, yumaklanmış, çatallanmış iktidar ve dil meselesidir.
Tam da burada dile bakar yazar. Dilde, Türkçede, isim olarak çok ama varlık olarak az konumdaki kadını ve onun ‘alt’ hallerini gösterir bize. Dilin iktidarı aslında hayatın iktidarıdır ve bu iktidar sürekli bir kötülük efekti gibi çevremizde dolaşır. ‘Elmanın, çiğdemin, sümbülün, menekşenin, kirazın, ıtırın, yaseminin’, yetmedi hanım sallandının, guğu çiçeğinin ‘kültüre edilmesi’ botaniğin konusu değildir. ‘İsimde az, varlıkta çok olan’ın eline, gözüne, diline, nazardır. ‘Arslan, kartal, pars, doğan ve şahin’i işaret etmektir. Yine dille. Edebiyattan düşmeden. Cesaretle.
‘Manıklar’ ve ‘Eğe’ öykülerini dikkatle okuduğumuzda yazarın derdine içten şahit oluruz. O, örtülmüş ama saklanamayan bir gerçekliği kendisine özgü akıl yürütüşler, cümle kuruluşları ve beklenmedik bağlantılarla kurar. Mesela, ‘eğe’ kelimesi bir yandan alet olan ve törpüleyip biçimlendiren nesneye göz kırparken daha dipte, insan (adam, erkek) kemiğine, dine, kadının yaratılış mitine iner. Bu bağlamda, kültürü bir yığma ‘teğel’ olarak değil, organik bir geçişkenlik olarak işletir Gamze Arslan.
Dilinin naiflikle sertlik arasında gidiş geliş dengesi, öykü kurmak/bulmaktaki sabrı, tabiata bağlılığı, anlatma derdine kapıldığı ‘altta kalma’ meselesi onu kendisine benzettiği kadar çağdaşlarından da ayırır. “...hep altta, tarihte, hayatta, mecliste, sokakta, matematikte, bilimde, aa bak edebiyatta bile, iş hayatında, barlarda, kahvelerde, hali, hayat içinde, hayatla birlikte elbette çoğaltılabilir.”
Çerçialan’dan sonra Gamze Arslan kendisini, kendi çizgisine bir öykücü olarak yerleştirirken ‘Kanayak’, dış kapağından başlayıp her öyküye yayılan ‘iskelet kemiği’ ile öykümüz hizasını yeniden, yenilikle belirliyor.