Güncelleme Tarihi:
İletişim Yayınları editörü Levent Cantek, geçtiğimiz günlerde yeni bir fikre daha imza attı. Yazarlardan birer öykü seçip onları illüstratörlere resimleterek -sanırım on ya da on beş kitaptan oluşacak- bir diziye başlanmış oldu böylece. Söylemesi ayıp, bendenizin ‘Benim Adım Feridun’ adlı hikâyesine Murat Başol’un çizdiği desenlerle başlayan seri Hakan Bıçakcı’nın Berat Pekmezci desenleriyle hayat bulan ‘Otel Paranoya’sıyla üçüncü kitabına ulaştı.
Daha önce Levent Cantek ile birlikte hazırladıkları grafik romanlarla edebiyat okurunun dikkatini çekmeyi başaran Berat Pekmezci’nin hikâyenin ruhuna dokunan çizimleriyle daha da güzelleşen ‘Otel Paranoya’, sadık bir okuru olarak gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, her şeyiyle tam bir Hakan Bıçakcı hikâyesi. Ateşliyken görülen kâbusları andıran rüyamsı havası, klostrofobi vurgusu çok keskin mekânları, gerçeklik algısının ayarlarını kurcalayan incelikli anlatımı ve en telaşlı durumlarda bile sükunetini kaybetmeyerek okuruna yalnız olmadığı hissini veren güzel diliyle bir Hakan Bıçakcı metninden beklenebilecek hemen her şey var. Öte yandan, Hakan Bıçakcı’nın, her kitapla çıtayı biraz daha yükselttiğini, bu yıl, ilk kitabının on beşinci yılını doldurduğunu da eklemek isterim. Ortada gerçekten olgunlaşmış bir üslup ve metin var.
‘Otel Paranoya’ okuruna her an, “Acaba bu bir rüya mı?” duygusunu veren, bu sorunun cevabını da kendine saklayan bir hikâye. Adını bile bilmediğimiz kahramanımız, hiç bilemediğimiz bir nedenden ötürü bir otelde konaklamak durumunda kalıyor. İlk bakışta sadece ‘vasat’ görünen bu otelde tuhaflıklar birbirini kovalamaya başlıyor. Oda numaraları değişiyor, çorbasına saç doğrayan kadınlar, kolundaki sargısı her gün yer değiştiren adamlar, kitaplara rendelenen parmesanlar birbirini izliyor, otelin lobisinden Petersburg’a kapılar açılıyor, Dostoyevski’nin ‘Öteki’sinden tanıdığımız huzursuz Bay Golyadkin karşımıza çıkıyor, havalandırmalardan ‘unutma gazları’ veriliyor, uyku hapları yarım yarım içiliyor, balo salonundaki davette toz maskesi zorunlu tutuluyor... Bir de hep kaçan, hep çağırılan, çağrıldı mı da kuyruğunu sallaya sallaya gelen ‘Uyku’.
Elbette biraz kafa karıştırmak adına böyle yazıyorum. Kahramanımız bu tuhaf otelde karşılaştığı acayiplikleri öyle bir bütünsellik içinde algılıyor ki hızla kanıksamaya başlıyor bile denebilir. Ancak hikâyenin tekinsizlik uyandıran dokusunun tamamlayıcı öğesi de kuşkusuz yine ‘tekinsiz’ denebilecek sonu. “Tuhaflıklar dördüncü gün başladı. Tuhaflıkların genel seyrinin aksine gündüz” diye başlıyor hikâyeye Bıçakcı. Aslına bakılırsa bu cümlede Hakan Bıçakcı hikayeciliğinin de özü saklı denebilir. Korku, gerilim, fantastik gibi tür edebiyatı eserleri maalesef hem dünyada hem de yerel örneklerde bu tarzın altını çizmeye yarayan kimi klişelerden uzak duramıyorlar. İyilerin ve kötülerin taraf tarafa, çizgi çekilmişçesine ayrıldığı, sırrı son ana kadar ortaya çıkmayan gizemler, birbirine benzer temalar ve mekânlar... Hakan Bıçakcı’nın yazma serüveninde genel olarak bu klişelerle ciddi bir mücadele içinde olduğunu hissetmek mümkün. Mekânlardan temalara, kurgudan karakterlere kadar özgün, klişelerden azade, kendi ‘gerilim-fantastik edebiyat’ zeminini kurarak onun üzerinde ustaca kalem oynatıyor Bıçakcı. Karakterleri, gerçekliği sunuş biçimi, zamanlar ve mekânlar arası muğlaklığı ve tekinsiz havasıyla ‘Otel Paranoya’ da Hakan Bıçakcı edebiyatının şık örneklerinden biri olarak raflardaki yerini alıyor. Gözümüzü, bir sonraki kitabını beklemek için yollara dikiyoruz yeniden.
OTEL PARANOYA
Hakan Bıçakcı
Resimleyen: Berat Pekmezci
İletişim Yayınları, 2017
40 sayfa, 23 TL.