Güncelleme Tarihi:
Dünyada geçmişten bu yana pek çok doğal afet ve salgın hastalık görüldü. Gelecekte ne olacağını kimse bilemez ancak herhalde yaşamakta olduğumuz koronavirüs vakası her felaketi geride bıraktı. Bu bağlamda, geçmişteki felaketlere bakışımız da değişmeye başladı. Depremler gibi bazı afetler süreklilik taşıyor. Kuraklık ise her zaman ülkelerin üzerinde kara bulut gibi dolaşıyor. Geçmişi bilmek bugünü ve geleceği okumak açısından ipuçlarıyla dolu. Yaron Ayalon, genel hatlarıyla Osmanlı dünyasında oluşmuş bu tür hadiselere yoğunlaşırken tarihçilik yönünden yeni önermelerde bulunuyor. Bakışımızı değiştirip genişletmeye çalışıyor.
Kuruluşundan bu yana ‘doğal bir felaketin yaşanmadığı neredeyse tek bir on yılın bile olmadığı’ bir imparatorluktan söz açıyor Ayalon. Beş ana başlık altında hem doğal afetlerin kurucu yönüne hem de bunlar karşısında alınan önlemlere yoğunlaşıyor. Her ne kadar özellikle 17. ve 18. yy’lara odaklansa da, İslam ve Batı dünyasında felaketler karşısında dini bakış ayrılık dönemeçlerinin altını çiziyor. Tarih araştırmasında afetlere yönelmenin ‘toplumsal yapıların ve süreçlerin gündelik olaylar içinde gizlenen yanlarını ortaya çıkaracak doğal birer laboratuvar’ olduğunu söylüyor. Ona göre, Osmanlı’nın kuruluş ve yükselişinde ‘Kara Ölüm’ olarak anılan felaketler etkin rol oynamıştır. Doğudan batıya doğru genişleyen bu doğal yıkılışlar Osmanlı’nın yükselişini hızlandırıyor onun tezine göre.
Osmanlı nasıl davranıyor peki bünyesindeki tabii olaylar karşısında? Burada, Ayalon’un dayandığı ilk görüş, ‘Osmanlıların Avrupalılar kadar dramatik bir olgu yaşamadıkları’ ve dinin felaketler karşısında şiddetli bir bağlayıcı rolünün olmadığıdır. İslam Arap dünyasının da fethinden sonra artık ‘yalnızca bir din değil başat bir toplumsal düzen’dir ve zaman zaman, diğer dinlere ve onu yaşayanlara karşı bir sıkılaştırıcı-ayrıştırıcı iktidar alanına dönüştürülmüştür. ‘İslami simgelerin vurgulanmasıyla da tebaayla ortak bir dil’ kurmaya çalışılmıştır ancak felaketler söz konusu olduğunda ayrımcı davranmamıştır Osmanlı. Devlet, dindaşlarını öncelese bile diğer dini cemaatleri gözetmiş, onların kötü zamanlardaki koruyuculuğunu desteklemiştir. ‘Özellikle büyük şehirlerde dinler arası sınırlar düşünüldüğünden daha gevşek ve geçirgendir.’
Yerel yönetim anlayışlarında farklılıklara rastlansa bile afet dönemlerinde ‘imparatorluk düzeyinde verilen tepkiler incelendiğinde, Müslümanlar ve zımnilere (Hıristiyan, Yahudi vs.) yapılan yardımların hemen hemen aynı olduğunu’ belgelere dayanarak gözlemlediğini söylüyor Ayalon. Deprem, veba, kıtlık gibi felaketlerin artçı sorunlar (yangın, açlık, sosyal kargaşa, isyan) getireceğini öngören Osmanlı idare sistemi, kendi içinde hukuki ve sosyal yöntem arayışlarını da sürdürmüştür. Özellikle ‘cemaatler’ vasıtasıyla her din ‘afet yardım organı’ işlevi görmüştür. Devletin erişemediği yerde cemaatler devreye sokulmuştur çokça.
Tarihi doÄŸal olaylar üzerinden yeniden yazma ve yorumlama ekolünün devamında yapılmış bir çalışma diye de deÄŸerlendirilebilir Yaron Ayalon’un kitabı. Zengin kaynakçası konuya ve Osmanlı tarihine ilgi duyanlar için de kılavuz görevi üstlenebilir. Ayrıca yıkılıştan ayaÄŸa kalkış ve hayatta kalışa bakmak da farklı bir yöntem.Â
OSMANLI Ä°MPARATORLUÄžU’NDA Â
DOÄžAL AFETLER
Yaron Ayalon
Çeviren: Zeynep Rona
İş Kültür, 2020
320 sayfa, 32 TL.