Güncelleme Tarihi:
Romanın adı neden ‘Sıfır’? Bu zamanda altı yüz sayfa kitap yazar mı insan!
Sıfır mükemmel biçim. Doğadaki en müthiş hareket... Dönüş... Baktığımız her şeyin içinde var. Varlığı da yokluğu da anlatır. Bir zamanlar çocuktuk, ondan sıfır, çünkü o zamandan elimizde hiçbir şey kalmamıştır. ‘Sıfır’ı yazdım çünkü daireler, çemberler, gözlerimiz, hep dönüştür, her şeyde var bu yuvarlaklardan. Gezegenler, atomlar, hep dönüş. Bitip tükenmek bilmez kuyulardır sıfır, kuyularda saklı hazineler, cesetler. Sıfır, öleni tanımlar. Artık var olmayanı. Başkahramanlarımdan birinin adı İlya. ‘İl y a’ ifadesi Frenkçe ‘vardır’ demek... Sıfır, bir sayının sağında, o sayıyı büyüttükçe büyütürken; sola geçip çoğaldıkça küçültür miktarı. Arapça sfr mastarından doğuyor, aynı zamanda şifre kelimesinin de kardeşi böylece. Sıfır, Neyzen Tevfik’in kitabını adı gibi ‘Hiç’...
‘Sıfır’, Onur Caymaz’ın bilinen anlatım tarzının çok dışında bir roman; hayli fantastik, bilimkurgu romanı gibi duruyor.
Öyle bir yanı da var! Kitapta paralel evren hikâyeleri, Dünya ile Ada Evren arasında açılan zaman yırtığından yol bularak çalışan bir metro hattı, hayalet gemiler dolanıp duruyor doğru ama asıl dert burada değil; insanın Tanrı’sına başkaldırmasını anlatıyor ‘Sıfır’. Fantastik roman, günümüzde geçmez genelde, uzak zamanlar, uzak gezegenler söz konusudur; oysa 2010 senesinde geçiyor ‘Sıfır’ın çoğunluğu. İnsan, Tanrı’sına başkaldırıyor. Ana iskeleti oluşturan dört adamda da bu eğilim var. İlk adamım Herostratos ki yedi yıl boyunca hayatımın büyük komutanı olarak yaşadı bende, kalkıyor MÖ 356 yılında, 21 Temmuz gecesi, Artemis Tapınağı’nı yakıyor. Orhan Duru ustamızın ‘Yoksullar Geliyor’ kitabında ürettiği bilimkurgu kelimesi gittikçe tür gibi anıldı, bu ayrıma inanmıyorum. Roman, romandır nihayetinde ve ejderhaların olduğunu ama yenilebileceklerini anlatmak için yazılır. Fantastik, fanteziden geliyor; düşlem, düşlenen demek. ‘Madam Bovary’ de düşlem ürünü sonuçta, o da fantastik!
Bu romana erkekliğin hikâyesi diyebilir miyiz? Kadınlar pek yer almıyor sanki? Ya da kadınlar aslında gizli kahraman mı?
Tanrılar hep erkek nice zamandır, bu romandaki kahramanların dördü de erkek ve dördü de başkaldırıyor Tanrı’sına. Erkek olmanın doğasında bu başkaldırı var herhalde. Erkek hesaplaşmak zorunda hep. Hep galip gelmek, hep çok kazanmak, hep en güçlü olmak... Kadında da var aynı şey ama erkekler arasında bu durum, toplum tarafından istenen bir şey, mecburiyetlerle birlikte yaşanıyor. Kadınlar var, doğru fakat gölge gibi, hayalet gibi. Bu uzun masaldaki dört kayıp erkeğin de kadınları gölge... Çünkü artık kırk yaşında anladım ki her erkek bir kadında kaybolur. Ya da henüz bir kadında kaybolmamış erkek, yarım erkek diye düşünüyorum...
Dünyada tekrar hortlayan bir Nazi eğilimi var. Kazanan partiler faşizme meyilli, bu romanda da Hitler paralel evrenindeki ordusunu toplayarak İstanbul’a saldırıyor. Sizce İstanbul ya da Türkiye günümüz dünyasında bu kadar odak noktasında mı?
İstanbul her şeye rağmen dünyanın en önemli, stratejik şehirlerinden biri tabii ki. Bu önemini her şeye rağmen koruduğunu düşünüyorum. Romanda da bir laytmotif olarak görünüyor, kayıp giden eski camileri, sokakları, yalnız hanları, efsaneleriyle... Hitler, kendi evreninden dünyayı ele geçirmek için Gayrettepe Metro İstasyonu’nu seçiyor, oradan yeni Dijital SS’leriyle yürüyor üzerimize. Gerisini ben söylemeyeyim, roman konuşsun okuruyla...
‘PLAZALAR GÜNÜMÜZÜN TOPLAMA KAMPLARI’
Romanda plaza çalışanları, beyaz yakalılar da var, hatta plazalar üzerinden Onur Caymaz’ın komünist manifestosu diyebileceğimiz bölümler. Siz de bir beyaz yakalı değil misiniz?
Tabii ki... Romanın merkezinde duran toplama kamplarının günümüzdeki biçim değiştirmiş halidir plazalar, alışveriş merkezleri. Ben de bir plazada çalıştım, alışveriş merkezlerine mecburum. Romanın paralel evrenlerinde insanların ellerinin içine kazılı tabletler var mesela. Bir gün hepimizin sonunun bu olacağı açık gibi görünüyor zira... İnsan ancak olduğu zaman, olduğu şeye isyan edebiliyor gibi geliyor bana. Günde on saat çalışmaya, o otuz dereceden fazla açılamayan camlara, yerin beş kat altındaki kafelere, büfelere isyan, hepimizin haklı isyanı... ‘Sıfır’da bunun yanında hissedilmesini istediğim duygulardan biri de andığımız bağlamın yakınında duran sınıf kini... Kahramanlarımız tanrılarına başkaldırırken bir yandan da ayrıcalıklı olmaya, zenginliğe başkaldırıyor, özgürlük falan tamam da eşitliğin unutulduğu bir yerde insanın asla mutlu olamayacağı duygusu...
Romanda Reşat önce dindarken gitgide inancını yitiriyor. Bu dönüşüm öyle ince işlenmiş ki insan Reşat’ın kim olduğunu düşünmeden edemiyor?
Ben miyim, belki. Belki benim tabii. Yedi, sekiz yıllık bir dindar hayatım oldu ilkgençliğimde. Bu romanı yazdığım yedi yıl içinde üç semavi dinin de kitabını farklı birkaç çeviriden okuduktan sonra huzuru dinlerden ayrılmakta buldum. Özellikle son beş yıldır ülkemizde de birçok insanın diniyle yeniden yüzleştiğini görüyorum. Dindarlığın da dinsizliğin de kendi içinde farklı açmazları, avantajları olduğunu keşfedebiliyorum artık. Reşat aynı İsmet Özel’in bir dizesine benziyor romanda bu yüzden, küfre doğru giderken iman onu çekiyor, imana giderken küfürdür yoluna çıkan... İnsan biraz da bu eksinin ve artının birbiriyle kavgası yüzünden ‘sıfır’da kalmıyor mu?
Gelelim İlya’ya! Kitabın en dikkat çekici hikâyesi İlya’nınki... Erkeğe benzeyen fakat cinsiyetsiz bir yaratık. Ancak bir kadına âşık oluyor. Sizce aşk, cinsellik olmadan olur mu?
Âşık Veysel’e “Aşk nedir?” diye sormuşlar, “Bir gün âşık oluyordum, polis bastı” demiş, anlatır üstatlar; “kavuşamayınca aşk olurmuş...” Aşk, diyor Kundera, “insanın gücünden vazgeçmesi...” Cinsellik tabii ki aşkın önemli parçası. Ama Gary aşkın, “seksten çok sadakat” olduğunu anlatıyor. Aşkta galiba ilk düşünülen seks değil; insan, o en eski efsanedeki yarısını arıyor, onunla öyle bütünleşmek istiyor ki o zaman o bütünleşmenin adı seksten çok daha büyük bir şey oluyor. Belki de o yüzden insan sürekli âşık olamıyor, çok âşık olanlar da büyük olamıyor.