Güncelleme Tarihi:
Misafir odasının eski özel konumu ve anlamı kayboldu, ancak kültürümüzdeki karşılığı başlı başına bir olgudur. ‘Çocuklar İçin Bach’ romanıyla tanıdığımız Helen Garner, dilimizdeki bu karşılıktan haberli mi bilmiyoruz ama Roza Hakmen tam da yerinde bir tasarrufla ‘Misafir Odası’ olarak çevirmiş ‘The Spar Room’u. Böylece oda salt bir yapısal mekân olmaktan çıkmış, insandan insana yönelişin odağına dönüşmüştür. Hacim olarak az, sıkılık yönünden esaslı metinler yazıyor Helen Garner. ‘Misafir Odası’ da öyle. Bir insanın bir insana sadece odasını değil dünyasını açmasının da öyküsü. Her ne kadar artık yaygın bir hastalığa bürünmüş kanser gibi bir acı konu olsa da romanın merkezinde, yazarın derdi ajitasyon değil. Bir hastalık felsefesine de odaklanmıyor. Her şey kendi normal akışı içinde meseleleşiyor.
Melbourne’a tedavi olmak için gelecek olan Nicola için, arkadaşı Helen’in ona bir oda hazırlaması ile karşılaşırız ilkin. Bir insan bir insanı düşünerek nasıl bir oda hazırlayabilir? Yazarın oda üzerinden hareketle duyurmak istediği, her tür fedakârlıktan sıyrılmış günün insan ilişkilerine büyüteç mi tutmaktır? “Misafir odasında önce yatağı kuzey-güney eksenine çevirdim. Yatakta uyuyan kişi bu sayede gezegenin pozitif enerji akışıyla aynı doğrultuda olmuyor muydu ya da ona benzer bir şey değil miydi? O öyle düşünürdü. Yatağı güzelce hazırladım: Temiz, lastikli bir çarşaf geçirdim, uçuk pembe olanını; ne de olsa renk hassasiyeti meşhurdu, pembe ise sararmış teni bile güzel gösterirdi.” Bu girişle, Helen Garner, kahramanın kahramana bakışını özetlerken, anahtar bir cümle kurar; ‘o öyle düşünürdü’. Öyle ise bir misafir odası, orada konaklayacak öznenin kişiliğine göre şekillenir. İnsanın insana bir oda sunması, o olmayı amaçlar.
Sadece oda açmakla bitmeyecektir iş. Kendisi bir yazar olan Helen, ‘Kendine Ait Bir Oda’yı adeta güncellercesine, arkadaşı Nicola’yı onun içine yerleştirir. Oda, bir yazarın ‘misafir odası’ sayılabilir bir yönden. Nicola, Helen’i gözlemledikçe, onun hayat alanını rahatlatıp genişlettikçe kendi yazı alanını da düzenler. Birden araya giren, kısa, net tanımlamalarla kişiliğin ipuçlarını sunar. “Ne güzel kadındı! Bir aristokratın vakur elmacık kemiklerine, düz burnuna ve uzun, hareketli üst dudağına sahipti; babası toprak sahibiydi.” “Bir ahtapotun kollarıyla koca bir kayayı kırabileceğini biliyoruz, değil mi? İşte kanser hücresi de tıpkı onun gibidir.” Roman yazarı Helen, sıklıkla da kendisini ve geçmişini hatırlayıp gözden geçirecektir Nicola’yla yaşarken. Ölümü düşünecektir bir de. “Ölüm evimdeydi. Kuralları, yeni hayatı müthiş bir kuvvetle itiyordu...” diye iç geçirecektir. Evreni, mülteci kamplarını ve dünyanın pespayeliğini hatırlayacaktır.
‘Çocuklar İçin Bach’ta gördüğümüz gibi, dışarıya bakarken içeriye nazar kılan bir yazma yöntemi var Helen Garner’in. Sakin anlatımıyla, anlık geçişkenlik tercihleriyle akışı birbirine bağlamaktaki başarısı onu dikkate değer yazar yapıyor. Dostluğu, ölüme karşı bir kök hücre olarak sessizce öne sürüyor.
MİSAFİR ODASI
Helen Garner
Çeviren: Roza Hakmen
Yapı Kredi Yayınları, 2021
112 sayfa, 18 TL.