Güncelleme Tarihi:
Düşünmemiştim ama, Ömer Erdem’den İstanbul’un şiirini beklerdim. Aklıma gelmeyen daha ne ve nice şiirler yazacak kim bilir! İnsan bazı şairleri açık ya da gizli hep bekler. Ömer Erdem benim çok uzun zamandır, kaç kitaptır yeni yazacağı şiirleri merakla ve elbette hevesle beklediğim bir şair.
Yeni kitabı “İstanbul’a” beni şaşırtmadı ama sevindirdi. İstanbul şiiri yazmak ya da İstanbul’un şiirini yazmak sadece İstanbul’a ya da sadece şiire ait bir girişim değildir. Yahya Kemal’den Nâzım Hikmet’e, Orhan Veli’den İlhan Berk’e, Ziya Osman Saba’ya, Attilâ İlhan’dan Cemal Süreya’ya, İstanbul şiiri yazmak, düello çağrısı, meydan okuma gözüpekliği değildir her zaman ama yine de şair ne kadar iddiasız görünürse görünsün, hatta Ziya Osman Saba gibi iddiasız da olsun, bir tür iddiadır. Simgesel olarak her zaman hatırladığım, umarım hatıralarda kalmaz, Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinden İstanbul’a bakma sahneleri canlanır gözümde. Hep filmlerden hatırlanır ama bana kalırsa şiirsel bir andır. Çünkü herkesin İstanbul’a bir bakma biçimi, dahası bakma nedeni vardır. Bu aynı zamanda şiirin nedeni de sayılır.
Ömer Erdem, tesadüfi bir şair değil, şiiri tesadüfe bırakmadığını önceki kitaplarını okuyanlar gayet iyi bilirler. ‘Evvel’den, ‘Kireç’ten, ‘Kör’, ‘Pas’ ve bir önceki kitabı ‘Azap’tan ve tabii ilk kitaplarından. İstanbul’a çok bakmıştır, şiir gibi, şiiri gibi bakmıştır ve tıpkı insanın şiire ihtiyacı gibi şiirin de İstanbul’a ihtiyacı olduğunu anlamış, çoktan beri kavramış, ve bana kalırsa ne erken ne geç, İstanbul’a şiirini tam zamanında yazmıştır. Elbette başka birikimlerden, şiirlerden, şairlerden de esinlenerek... Buradaki esinlenmede biraz da esenlik vardır, onların esenliğiyle yazarken, Metin Eloğlu’nun “Hadi git azıcık İstanbul iste” dizesindeki gibi tıpkı onları da şiire çağırmıştır: “cemal süreya sokakta kediköy/hacı hüsamda iki şair gördün biri karal/-istanbulda ne çok şair yaşar-/istanbul şairler için yaşar”(‘isimlerin kafesi’ şiirinden, s.39)
İstanbul şiirin evi. Tıpkı şairlerin şiir yazma nedenlerinden birinin ‘borç ödemek’, bir diğerinin ‘saygı duruşu’nda bulunmak olduğu gibi, başlı başına bir dünya, bir uygarlık, hatta bazen bir gezegen sayılabilecek İstanbul’a şiir yazmak da, şiir yazma nedenlerinden biri, ikisi, üçü, çoğu. Ve hiç kuşkusuz bir ustalık göstergesi.
Kitapta bir dünya, bir ülke ve bir ev var. Dünya, İstanbul. Ülke ‘gül dikeni bir ülke’, Ömer Erdem’in düşünce dünyasının bir yansıması ve kapsamlı bir özeti olarak, sefası ve cefasıyla, derdiyle mihnetiyle ‘gül dikeni’ Türkiye. Son yıllarda özellikle bol bulamaç ümmet millet sosuyla karşımıza çıkan ‘Türkiye’ şiirlerindeki hamasetten sonra, ilk kez, tıpkı şiirimizin ustalarının, Nâzım Hikmet’in, Turgut Uyar’ın, Edip Cansever’in memleket şiirlerini andıran ‘gerçek’ bir Türkiye şiiri okuyunca, her şeye rağmen bu ülkede yaşadığıma şükrettim: “Bu memleket bizim”, yani hepimizin.
Ev. İşte şiirin yuvası. ‘Bir şiir nasıl sevilir?’ duygusuyla ‘bir ev nasıl sevilir’in şiiri. Bu bölümü de okuyunca doğrusu üç kitap birden okumuş gibi oldum. Elbette bir bağlamı var şiirlerin, İstanbul, Türkiye ve ev ile birbirine bağlanan ama Ömer Erdem’in bu kitabın ‘tatlısı’ olarak okuduğum ‘bir ev nasıl sevilir’ şiirlerini bir zaman yeni bir kitaba ulaştıracağını da düşünüyorum: “ilk yudum hep kaderindir/ne tadını bırakır ne kokusunu/şehirleri hızla geçen tren penceresinden/olmayan sanki bir adam bakıp geçmiştir” (‘evde kahve içen bir adamın yokuşu’ şiirinden, s.67).
Ömer Erdem, dünyayı, ülkeyi, İstanbul’u, evi güzelleştiren şairlerden. Umut aşıladığı için değil, hâlâ hayret edilecek, şaşılacak, sevinilecek yeni şeyler gördüğü, bulduğu ve yazdığı için.
İstanbul’a
Ömer Erdem
Everest Yayınları, 2019
112 sayfa, 13,89 TL.