Güncelleme Tarihi:
Şiir ve hikâye çalışmalarınızın ardından ilk romanınızla da okurun karşısını çıktınız. Bugüne kadar nasıl tepkiler aldınız?
Bu roman, daha yayımlanmadan önce okur tarafından tartışılan ve ilgiyle beklenen bir romandı. Çünkü hiç işlenmemiş yaralı bir dönemi konu alan hikayesi vardı romanın. Şu an beşinci baskısını yapmış durumda. Ayrıca birçok fuarda ve imza gününde de okuyucuyla kitabı konuşma ve tartışma olanağım oldu. Tepkiler çok olumluydu. Gördüm ki bilinçli ve sorgulayan; nitelikli bir okur kitlesi ile karşı karşıyayız. Ne okuduğunu ve neden bu kitabı aldığını gayet iyi bilen bir okur vardı karşımda. Ayrıca gençlerin bu yakın dönemi ilgiyle sorgulamaları ve bir roman üzerinden dönemin gerçeğine tanık olmaları benim için heyecan verici.
Kitabın ‘Yunus Emre Edebiyat ve Roman Ödülü’ne değer bulunmuş olması da benim memnun etti. Ancak şunun altını çizmek isterim: Bir romanın kalitesi ne kadar sattığıyla değil, geleceğe kalıp kalmamasıyla ölçülebilir. Umarım ki ‘Unutmalar Şehri’ de gelecek nesillere de ışık tutmaya devam eder.Şiir, öykü ve roman… Üç ayrı edebiyat türünde de ürün verdiniz. Gerek yazma süreçleri gerekse de yaratma biçimleri açısından aralarında büyük fark var mı? Edebi bir yol ayrımına gelseniz hangi türü seçersiniz?
Elbette her üç türü de kendi içinde yazım teknikleri, anlatım dili, sözcüklerin durduğu yerlere göre anlam farklılaşmasının varlığı gibi birçok farklılıklar var. Ayrıca duygu ve düşüncenin, okura geçmesini istediğiniz mesajın nasıl verileceği ve anlaşılacağı gibi birçok konuda her üç türde de ayrışmayı görmek mümkün. Şiir, az sözcükle ve yoğun imgelerle çok şeyi anlatırken, öykü, verilmesi gereken ana fikri halk dilinde ‘ağıza bir parmak bal çalmak’ denilen kısalıkta anlatıp bitirir. Romanda ise söylemek istediklerinizi anlatacak çok geniş bir anlatım sahanız vardır. Elbette bu durum, anlamsız laf kalabalığı anlamına gelmez. Ayrıntıyı görme, okuyucuyu içine alma ve konuyla roman kahramanlarını bütünleştirme bakımından roman daha avantajlıdır yazar için. Çok çalışırsanız bir roman yazabilirsiniz ama çok da çalışsanız bile edebi niteliği olan bir şiir yazamazsınız. Şiir çok uzun bir sürecin birikim ve deneyimini gerektirir bana göre.
Hangi türü seçmem gerektiğine ilişkin sorunuza gelince… Benim için tartışmasız şiir öncelikli ve vazgeçilmezimdir. Böyle bir yol ayrımına gelmeyeceğime göre üç türü de yazmak hayatımın anlamını ifade etmektedir. Üç edebi alanda da yazmak beni daha çok zenginleştirip beslemekte.
Unutmalar Şehri, 12 Eylül darbesine doğru gidilen 1980 yılının 6 aylık bir dönemini kapsıyor ve Çorum’da geçiyor. Çorum olayları fonunda ilerleyen tutkulu ve hüzünlü bir aşk romanı özetle. Yazarken yaşanmış olaylardan ve belgelerden de yararlanmışsınız. Bu kitap politik bir roman mı yoksa bir aşk romanı mı?
Öyle bir dönem ki anlatılan, bir yandan çok fazla siyasetin toplumun bütün katmanlarında kendine bir saf seçmesinin zorunlu olduğu yıllardan bahsediyoruz. Yaşamla ölüm arasında her gün sınanan hayatların, özgür bir ülkenin hayalini kurmak ile tutsaklığın yan yana yaşandığı günleri anlatıyoruz. Ne kadar kaotik ve karamsarlık olursa olsun, aşk, kar altından fışkırıp çıkan kardelen gibi yaşamın içinde her zaman yerini alır. Hatta çok büyük aşklar olağanüstü kaderlerin paylaşıldığı, acının ve hüznün iki kişilik yaşandığı yıllarda görülür. O nedenle bu romana bir tanım koymak gerekirse; devrimci romantizmle bir ülkenin geleceğini şekillendirme gerçekçiliğini içinde barındıran; acının da ölümün de ayrılığın ve umudun da iç içe var olmasını anlatan gerçekçi bir roman demek mümkün.
Çorum olayları, büyük toplumsal yaralarımızdan biri ve esasında çok da deşilmemiş bir yara edebiyat açısından. Siz bir aşk öyküsüyle birlikte bu olayları konu ediniyorsunuz. Hassas bir konu olduğu için konuya aşk penceresi de açmak sizde bir takım çekincelere neden oldu mu?
Hayır olmadı. Bir dönemin devrimcileri aşklarını saklı ve ürkek yaşarlardı. Çünkü öncelik aşk değil, memleketin geleceği ve mücadelede sonuç önemliydi. Aşk, bir küçük burjuva davranışı olarak görülür ve küçümsenirdi. Ama yine de aşktan kimse kendini alıkoyamazdı. Oysa bilinseydi ki dünyayı aşk kurtaracak ve aşkın egemenliği insanın içindeki ötekini ezme, sömürme, yok etme duygusunu ortadan kaldıracak o zaman herkes âşık olurdu. Başımıza bu gün ne geliyorsa, sevgisizlikten ve insan yanımızı kaybetmiş olmamızdan gelmiyor mu? Yine de o dönem gerçekçiliğin yaşandığı, bir büyük toplumsal dönüşümü içinde barındıran tarihi yıllardır. Romanın konusunda yeteri kadar ölüm ve acı var, ölümün olduğu yerde de mutlaka aşk da olur.
Dediğimiz gibi Çorum’u ve Çorum olaylarını yazıp o döneme değinen çok fazla eser yok. Sizi bu romanı yazmaya iten temel neden neydi?
Gerçekten de bir şehir tümden uçurumun kenarına yuvarlanıyor. Komşu komşuya şüphe ile bakıyor. Kardeş kardeşine kendinden farklı düşündüğü için düşman oluyor. Eşler sabah işe giderken vedalaşıp gidiyorlar ‘ya akşama dönemezsem’ diye. Dönemin Başbakanı Demirel, “Bir Çorum da olmayıversin” diyecek kadar şehir gözden çıkartılmış ve bu konuda ciddi bir belge, hikaye veya roman yok. Birkaç belgesel ve mahkeme tutanağıyla tanık anlatımları dışında geleceğe kalacak yazılı belge oluşmamış. O yüzden benim o dönemi orada yaşamış olmam ve olayların içindeki tanıklığım, mekânları, sokakları, caddeleri yaşamışlığım bu romandaki anlatımıma katkıda bulundu. Ayrıca kendi şehrimi ve geçmişime yönelik tarihsel bir dönemi yazmak da sorumluluğum içindeydi. Yazmazsam olmazdı. Yazmazsam kendimi eksik hissederdim.
Roman tekniğinizi, üslubunuzu nasıl anlatırsınız?
Roman tekniği konusundaki sorunuzu edebiyat eleştirmenlerinin yorumlaması daha doğru olur kanısındayım. Şiir yazıyor olmamın yazı dilini kullanmama büyük katkısı olduğu kanısındayım. Konu anlatımları, mekânları ve cisimleri tarif etmedeki üslubun oldukça yalın olduğunu düşünüyorum. Okuyucu sıkılmadan konunun içine girebildiğini kendisi söylüyor. Hatta bir okur “Roman hiç bitmesin istedim” diyerek, kendisi bu sorunuza yanıt vermiş oluyor.
Okuru bekleyen yeni projeleriniz var mı?
Evet var. Şu an yeni bir roman yazıyorum. ‘Unutmalar Şehri’ romanındaki Kızıl Ömer’in ve sevgilisi Necla’nın kimliğinde,1980 sonrasındaki insanların nasıl değişime uğradıklarını, hem aşklardaki parçalanmanın dinamiğini hem de serbest piyasalaşmayla birlikte dönüşümlerini yazıyorum. Kimileri olumlu yönde değişime uğrarken kimileri rejimle entegre olmayı seçti. Para ve günlük yaşama telaşı daha bir öne çıktı. Bu romanda bunu anlatıyorum.
Ayrıca şu an baskıya hazır bitmiş bir öykü kitabı dosyam da mevcut. Şiir kitabı kendini yazıyor ve hızla birikiyor. Ve de şiirsel metinlerden oluşan bir kitap daha hazırlanmakta. Ama bütün bunlar elimde yazdığım roman çıktıktan sonra gerçekleşecek…