Güncelleme Tarihi:
Asıl adı Zanemvula Kizito Gatyeni Mda olan Zakes Mda, 1948 yılında Güney Afrika’da doğdu. Romancı kimliğinin yanı sıra şair, oyun yazarı, ressam ve besteci olarak da tanınıyor. 1995’te yayımlanan ilk romanı ‘Adınla Başlar Hayat’la büyük başarı kazandı. En önemli eserlerinden biri kabul edilen ve pek çok dünya diline çevrilen ‘Kızıllığın Kalbi’ ise en çok ödül toplayan kitabı oldu. Roman, öykü, şiir ve tiyatro oyunları yazmayı düzenli olarak sürdüren Zakes Mda, halen ABD’de yaşıyor ve Ohio Üniversitesi’nde yaratıcı yazım dersleri veriyor.
Güney Afrika Cumhuriyeti bir zamanlar beyaz azınlığın siyah çoğunluk üzerinde baskı uyguladığı, ırk ayrımını ve köleliği meşru sayan bir rejimle yönetilmişti. Apartheid adı verilen bu rejim, çok uzak bir tarihte değil, 1994 yılında sona erdi. Ancak Güney Afrika halkları üzerinde bıraktığı kötü mirasın etkileri uzun yıllar boyunca devam etti. İşte bu etkileri konu edinen ‘Adınla Başlar Hayat’ romanı Apartheid’in ardından yapılan ilk seçimlerin beş yıl sonrasında başlıyor.
UMUDA TUTUNMAK
Noel haftasında, isimsiz bir Güney Afrika kentinde, bir cenaze töreninde karşılaşıyoruz Toloki ile. Kısa boylu, boydan eksikliğini vücudunun enlemesine genişliğiyle tamamlayan, çirkinliği çocukluğundan beri hep yüzüne vurulmuş bir adam. Ama onu ilginç kılan fiziksel özellikleri değil, 30’larının sonuna gelmiş Toloki’nin mesleği ‘profesyonel yas tutuculuğu’ ve bu yeni mesleği icra eden tek kişi: “Toloki bu kendine mahsus mesleğe girdiğinde, ilkin umursadığı yalnızca maddi getirileriydi. (...) Ama katıldığı iki ya da üç cenazeden sonra olaya bakış açısı bütünüyle değişmişti. Ölü için yas tutmak ruhani bir zanaate dönüştü. Kendisini Doğulu keşişlerin ışığı içerisinde görüyordu, onlar gibi duru olacaktı, hedefi buydu. Saygın müşterileriyle paylaşmak istediği bu duruluktu.”
Bugün davet edilmediği halde katılmak istediği cenaze bir çocuğa ait. Çocuğun annesi ise Toloki’nin çocukluk arkadaşı Noria. Karşılaşma kent hayatında umduklarını bulamayan bu iki mutsuz insanı heyecanlandırırken hikâyenin yönünü de değiştirecektir. 1960’lı yılların köy hayatı, çocukların evlerini terk edip kente göçmeleri, buradaki koşullar altında -Noria’nın deyişiyle- ‘çiğnenmeleri’ Güney Afrika tarihini yansıtan karakteristik olaylarla birlikte gerçekleşmiştir. Ve ne yazık ki bu tarih pastoral olmaktan çok uzaktır. Toloki içinde yaşadıkları durumu şu sözlerle özetleyecektir: “Ölüm her gün bizimle yaşıyor. Gerçekten de ölme biçimlerimiz, yaşama tarzlarımız aynı. Yoksa yaşam tarzlarımızın ölme biçimlerimizle eş olduğunu mu söylemeliyim?”
Karşılaşmaları bir dönüm noktasıdır belki de. Peki ama bütün hayatını ölülere adamaya ant içmiş Toloki, onu yaşayan insanlarla dolu bir topluluğun içine sürükleyen Noria ile yeni bir yaşam tarzı kurabilecek midir?
AFRİKA’NIN BÜYÜLÜ GERÇEKLİĞİ
Zakes Mda’nın Türkçeye ilk çevrilen romanı ‘Kızıllığın Kalbi’ olmuştu. Amerika’dan Güney Afrika’ya dönen ve yeni demokrasi karşısında hayal kırıklığına uğrayan, yeni tanıştığı ve erken kaybettiği bir kadını ararken yolu ülkenin diğer ucundaki bir köye düşen Camagu’nun hikâyesini ülkesinin acı ve zulüm dolu tarihiyle iç içe anlatıyordu Zakes Mda. Kızıl toprakların kalp atışlarını duyuran ‘Kızıllığın Kalbi’ gerçek bir başyapıttı.
‘Adınla Başlar Hayat’ta da bireysel tarihlerle siyasi ve toplumsal tarihini harmanlamayı başarıyor Mda. Apartheid’in travmasının ardından yeni bir ulus inşası sürecine odaklanan romanında ilginç bir anlatım tekniği kullanarak, anlatıcının konumunu anonimleştirerek, yer yer sözlü anlatımın imkânlarından yararlanarak yapmış bunu. Yaşanan olayları, trajedinin ve kahkahaların etkileşimini, sosyal sınıflar ve hükümet otoritesi arasındaki çatışmaları vurgulamak için büyülü gerçekçiliği kullanıyor. Ne var ki Mda’nın anlattıkları Güney Amerika edebiyatından biraz farklı, yaşamdan çok ölümün öne çıktığı, toplumun her kesimine sirayet eden, herkesi şoka uğratan kirli bir gerçeklik. Bir alıntıyla örnekleyelim:
“Ölümler ve cenaze merasimleri yol boyunca takip etti Toloki’yi. Mesela bir köyde tüm topluluğu yas içinde buldu. Önceki hafta kitlesel bir öfke nöbetiyle köylüler on adamın üzerine saldırmış, adamları dövmüş ve bıçaklamış, bir barakaya atıp barakayı ateşe vermişlerdi. Ardından hayli zamandır topluluğa korku saçan bu haydutlara karşı kazandıkları zafer tezahüratları eşliğinde şarkılar söyleyerek yanan barakanın etrafında dans etmişlerdi. Öyle görünüyordu ki ölü yakılan odun yığınının üzerinde közlenmiş bu eşkıyalar bakire kızlara tecavüz etmekte, soygunculukta ve savunmasız topluluk üyelerini katletmekte ustaydılar. Polis bu çetecilere karşı harekete geçemiyordu, bu yüzden topluluk üyeleri bir araya gelip kendi adaletlerini uygulamaya karar vermişlerdi...”
Şiddetin sorumluluğunu bütün taraflara pay etmesi ve Apartheid’e direnmek için kullanılan karşı şiddet yöntemlerini de örtük biçimde kınaması nedeniyle eleştirilmişti Mda. Ancak Güney Afrika’da son 10 yılda yaşanan şiddet olaylarının Mda’yı haklı çıkardığını, şiddet tekelinin beyaz iktidarın elinden siyah iktidara geçmesinin yoksul kesimlerin durumunu değiştirmediğini söyleyebiliriz.
Şiddet ve ölüm, romanın -ve roman kahramanlarının hayatının- her sayfasına damga vuruyor. Onların verdiği ağırlığı yaşam sevinciyle, aşk ve şefkat duygusuyla dengelemiş Mda. Toloki ve Noira’nın iyimserliği -barındırdığı şiddete ve ölümlere rağmen- romana da iyimser bir nitelik kazandırıyor. İyimserlik derken büyük beklentilerden söz etmiyorum; her ikisi de küçücük şeylerden, bir gecekondunun duvarlarını renklendirmekten bile sevinebiliyor, ileriye dönük hayaller kurabiliyorlar. Kırılmış insanlardır ama paramparça olmazlar, ruhlarının cömertliği, hayal güçlerinin zenginliği ve kahkahaları yaşadıkları gerçekliği tersyüz etmeye yetecektir.
“Acıdır mazide kalan. Ama Toloki ve Noria gülüyor maziyi andıklarında. Gülmenin yaraların derinini bile iyileştirdiği bilinir. Noria’nın kahkahası tasalı ruhları iyileştirmeye yetkin...”
‘Adınla Başlar Hayat’ güçlü, eğlenceli, gerçekliği dolgu malzemesi haline getirmeden sergileyen, şiddet karşıtı bir roman. Ve aynı zamanda Afrika edebiyatının seçkin bir örneği.