Ölenin aşkına öldükten sonra ne oluyor?

Güncelleme Tarihi:

Ölenin aşkına öldükten sonra ne oluyor
Oluşturulma Tarihi: Ekim 03, 2018 15:13

Canan Tan’ın yeni romanı ‘Sızı’, insanın evrensel hayat haritasındaki belirleyici figürlere, yönetici duygulara, dönüşüm evrelerine ve kırılma noktalarına bakıyor.

Haberin Devamı

Kişinin ölüm tarihini bile öngörebilen astrolojik haritalardan haberdarsanız ya da “Yıldızlar belirlemez ama etkiler” diyenlerdenseniz, astrolojinin ağır bastığı bir serüvene katılacağınızı sanabilirsiniz. Fakat Canan Tan, yeni romanı ‘Sızı’da bambaşka bir şey yapmış. Gerçek bir yaşamöyküsüne edebiyatın yıldız tozlarını serpiştirmiş. İnsanın evrensel hayat haritasındaki belirleyici figürlere, yönetici duygulara, dönüşüm evrelerine ve kırılma noktalarına bakmış. Canan Tan, ’Sızı’da astrolog Filiz Özkol’un hayat hikâyesinden yola çıkmış.
Romanın kahramanı Efsun, hayat hikâyesine doğumundan başlıyor. “Anneannem koymuş adımı. Bendeki farklılığı ilk hisseden de oymuş zaten. Diğer bebeklere benzemiyormuşum pek” diyor. Hemen ardından eklediği şu cümlelerse okurun içine oturuyor: “İlk çığlıkla dünyaya ‘Merhaba’ diyen bebelerin gözleri genellikle yumulu olur ya... Fal taşı gibi açıkmış benimkiler. Annemin yüzüne diktiğim sabit bakışlarsa, şaşırtıcı derecede anlamlıymış. Ne var ki annem o anlamlı bakışların farkında bile değilmiş. Onun gözünde, bedenine musallat olmuş habis bir urdan farkım yokmuş.”

Haberin Devamı

İşte, daha ikinci paragrafta kanlı ay gibi parlayan bu anne figürü, eşine az rastlanır renklilikteki kişiliğiyle hem Efsun’un hayatına hem de romanın neredeyse tamamına damgasını vuruyor. Durulmayı reddedişiyle, ele avuca sığmaz özünde sadakatle diretişiyle, yıkımlardan da yıkmaktan da çekinmeyişiyle, yaşamı erkeksiz çekemeyişiyle, evlenme konusundaki gözü karalığıyla, kızını durmadan itip kakışıyla ve etrafı kasıp kavuruşuyla kötücül bir yıldızı andıran bu anne, okuru da yörüngesine çekiyor. Böylesine negatif bir karakterin bunca çekici olabilmesinin sırrı da galiba burada yatıyor. Hayata öyle bir hükmedip yön veriyor ki, Efsun’u bizzat yönetmesine gerek kalmıyor. Çocuğuna “Şunu yap, bunu yapma, sen benim kızımsın, sen benim canımsın, bir tanemsin, ben ne dersem o” demeye gönül indirecek bir anne değil. Bire bir ilişkilerle teslim alınamayacak, kendi kızının bile sahip olamayacağı bir yönetici gezegen o.

Haberin Devamı

Efsun’un hayatına anneanne, teyze gibi yumuşak kucaklı, kurtarıcı şans burçları da tesir ediyor, ilerleyen dönemlerde kayınvalide gibi huysuz burçlar da. Fakat en güçlüleri, Efsun’un doğuştan gelen birtakım yetenekleri, sevgiyle sürdürdüğü iş hayatı, İzmir ve tabii ki aşk oluyor. Hatta ilki anneyse, ikinci yönetici gezegen de aşk oluyor hayatında ve romanda. Tıpkı anne figürü gibi, çekimine kayıtsız kalınamayacak bir aşk bu. Çünkü raf ömrü olmayan bir aşk. Bugün bilim bile aşka iki yıl kadar ömür biçerken, zamanla, hele evlilikle birlikte aşkın sevgiye dönüştüğünü artık hepimiz kabul etmişken, aklımızı ve gönlümüzü adamakıllı karıştıran bir ilişki romandaki. Aşkın elbette sevgiye dönüşeceğini ama o sevginin de nasıl aşkla sürdürülebileceğini gösteriyor. Hem de hayatın vakitsizce çıkarttığı ölüm kartına rağmen. Romanı okuduktan sonra, “Bu kadar mı güzel ölünür, ölüme rağmen bu kadar mı güzel sevilir” diyorsunuz. “Ölene ve ölenin aşkına öldükten sonra gerçekte ne oluyor?” diye soruyorsunuz. Ünlü şiirde, yolda oturmuş kalbini yiyen adama “Tadı nasıl dostum?” diye sorulduğunda, “Acı, acı ama seviyorum,” yanıtı gelir. Tıpkı onun dediği gibi, romanı bitirdiğinizde geriye bir sızı kalıyor ama o sızıyı da seviyorsunuz işte.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!