Güncelleme Tarihi:
Koç Üniversitesi Yayınları olarak edebiyat dizisi başlattınız ve ‘Tuhaf Etki’ adını verdiniz. Fikir nasıl ortaya çıktı?
Koç Üniversitesi Yayınları olarak başlıca iki dizimiz var, biri ‘Burasının Bilgisi’ adlı dizi. Burada farklı disiplinlerde kaleme alınmış en son akademik bilgiyi, en son araştırmaları yayımlıyoruz. Bir de ‘popüler bilim’ kitaplarının yer aldığı ‘Uç Beyleri’ dizisi var. Araştırmacılar için değil, genel okur için yazılmış bir ‘dille’ hazırlanan bilim kitapları bunlar. Bu dizide öğrenci kitabı yok, giriş kitabı yok, en son neyi biliyoruz, en son tartışma nedir ve bundan sonrakine yönelik ne söyleyebiliyoruz; bu soruları soran bir dizi. İşte ‘Tuhaf Etki’ adlı edebiyat dizimiz de bu açıdan bu kitaplara yanaşıyor. Orada da herkesin bildiği harcıâlem beğenilere seslenmekten ziyade, kendince tanımlanmış bir uç noktasından kitapları seçerek yayımlamaya çalışacağız. Donanımlı okura seslenen metinleri bir araya getireceğiz.
Nedir ‘Tuhaf Etki’ yaratacak kitapların alametifarikası?
Türk edebiyatının yıllar içerisinde ürettiği çok enteresan metinler var. Anaakımın dışında kalan, birçoğu birinci baskıdan sonra unutulan, belki tek tük ikinci baskıyı yapan, aradan geçen yıllar içinde daha da gerilerde kalan metinler. Bugün yazılan metinlerin de birçoğu zaten yayıncı bulmakta zorlanıyor. Çünkü baktığımız zaman ticari kitaplar olmadıkları bir gerçek. Daha önceki kitapların unutulma sebepleri arasında da bu ticari etki söz konusu. Bunlar aslında farklı açılardan iyi kitaplar. Diğerlerine kıyasla, edebiyat içinde daha farklı şeyler deneyen, kendi oyununu kuran metinler. Bugün, Türk edebiyatını tanımlarken onları da diğer metinlerle yan yana görebilsek, Türk edebiyatına dair bambaşka bir fikir vereceğine inandığımız kitaplar. Okurda “aa ne acayip kitaplar varmış, bak bu da varmış” dedirtecek kitaplardan bahsediyoruz.
Edebiyat tarihine yönelik bir ‘iddia’dan söz ediyoruz sanırım.
Elbette öyle bir durum da var. Bu kitaplar yayımlanıp hacimli bir külliyat ortaya çıktıktan sonra Türk edebiyatına dair bize ne söyleyecek ben de çok merak ediyorum. Bu dizi biraz da bu kitapları edebiyatın geneline taşımak için var. Türk edebiyatında farklı bir perspektife geçtiğinizde size başka bir fikir verecek kitaplar da var çünkü. Uzun lafın kısası, bir okuma önerisi sunuyoruz aynı zamanda. Okurlara, Türk edebiyatını bir de böyle okuyabilirsiniz diyoruz. ‘Edebiyatta böyle bir şey yazılmış’ dedirten metinler bunlar. Onları biraz unutulmuşluktan kurtarmanın yollarından biri bu dizi...
İlk üç kitaba baktığımızda geniş bir zaman perspektifi çıkıyor ortaya.
Gerçekten öyle. Recaizade Mehmet Celâl’den 1991 doğumlu Berkan M. Şimşek’e gelen bir seri. Hepsinin tuhaflığı kendinden menkul kitaplar okuyacağız aslında. Bu yönüyle ilk yayımladığımız üç kitap, tam da derdimizi anlatan bir üçlü. Birbirinden çok farklı, birbirine hiç benzemeyen metinler. Aynı dizi içinde bu kadar çeşitlilik yakalamak bizi mutlu etti. Erhan Memiş’in ‘Geceleyin Gökyüzü’ kitabı bu açıdan ilginç. Garip bir naifliği var ve buna rağmen tuhaf da bir derinliği var. Berkan’ın kitabı ‘Leopold’un Sabunu’ mesela, çok daha okumuş, okur olarak fazlaca donanımlı, edebiyat içi oyunlara daha vâkıf bir yazarın metni. ‘Hayal-i Celâl’ ise daha ortalıkta roman yokken böyle bir şeye soyunmuş bir adamın metni... Mümkün olduğunca unutulmuş, bir köşede kalmış, hiç bilinmeyen kitaplarla genç yazarların yeni metinlerini eşit sayıda yayımlamaya çalışacağız. Zamanla göreceğiz ne ortaya çıkacak.
İlk kitabınla yeni bir dizinin içinde yer alıyorsun. Üstelik edebiyat tarihi böyle metinler için onlarca yayınevinden alınan ret cevaplarıyla doluyken. Bu mucizevi gibi görünen şans için ne hissediyorsun?
Ret cevapları tabii ki kaçınılmaz. Fakat bunun tam tersi bir yaklaşımla baktığımız zaman geçmişte inanılmayacak derecede deneysel ve karmaşık metinlerin bile bir şekilde yayımlanabildiğini görüyoruz. Kendi okurlarını buluyorlar. Her ne kadar deneysel edebiyatın kitlesinin anaakıma göre sınırlı olduğu ortada olsa da bu tarz çalışmalar da cesur yayıncılar ve ‘Tuhaf Etki’ gibi diziler sayesinde kendilerini gösterebiliyor. Bu bağlamda edebi yaratımda sıçramalar yaratabilmek için de deneysel edebiyata bir şans verilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Ben akademisyen olarak, yüksek lisans ve doktora tezimde ütopya çalıştım. “Türk edebiyatında niye ütopya yok” sorusuna cevap bulmak için yola çıktığımda bir sürü ütopya olduğunu gördüm. Daha sonra, bunlar neden bilinmiyor sorusuna yöneldim. Dolayısıyla edebiyattaki kanon olgusuna geldi mesele. Kanon, belli dönemlerdeki değerlerle oluşuyor. Siyasi etki, okur üzerindeki etkisi, dönemin koşulları var bunun içinde. Kanona girmemek demek, usul usul yok olmak demek. Bugünden bakınca doğru bir değerlendirme yapabilmek ve o kanonun gerçekten iyi bir yapıya sahip olması için o kanona dahil edilmeyenleri de ‘bilmek’ durumundayız ki o döneme sağlıklı bakabilelim. Dolayısıyla bir edebiyat tarihçisinin öncelikli görevi, kanon dışında kalmış kitapları da ortaya çıkarmak ve daha sağlıklı bir resim elde etmeyi başarmaktır fikrinden hareketle araştırmalara yönelmiştim. Bu kitap da öyle çıktı ortaya. Sahaflardan, tamamen sistematik olmayan bir şekilde, şans eseri geçti elime.
Peki nasıl, neden unutulmuş?
Sebep tam olarak bilinmemekle beraber birincisi erken ölmesi ve hayattayken de edebiyat dünyası açısından bakacak olursak fazla girişken olmaması. Dönemin dergilerinde veya edebiyat tartışmalarında yer almaması sayılabilir. Diğer, kuvvetli sebep ise yazarın eşcinsel olması ve bunu açıkça dile getirmesi, diye düşünüyorum. Recaizade Mehmet Celâl’in şiirleri de var, orada eşcinsel olduğunu dile getirdiği gibi, hayli müstehcen sahneler de var. Dönemde yeşermeye başlayan homofobik atmosferin de etkisiyle ve sanırım kardeşi de çok destek olmayınca, unutulmuş bir yazar ve kitabı. Bilinçli bir durum gibi görünüyor. ‘Hayal-i Celâl’in, dönemindeki ünlü kitaplardan hiç aşağı kalır bir yanı yok nitelik olarak. Ayrıca dönemin toplumsal meselelerine eğilen bir kitap. Evlilik ve cinsellik odağında sosyal meselelere değiniyor. Cinsel açlık çeken ve evlenmek isteyen bir gencin bu yolda fazlasıyla sakarlık yapması diye özetleyebilirim. Tırnak içinde edepsizlik etmesi var. Ve bu edepsizliğin cezalandırılması meselesi var. Diğer taraftan çok güçlü kadın karakterler var ve dönemi için göremeyeceğimiz merkezi konumda, özgürlüğüne düşkün ve bunu evlenerek heba etmek istemeyen kadın karakterler bunlar. Bu haliyle, kitapta ciddi feminist öğeler barındıran mühim bir kitap.