Güncelleme Tarihi:
Özellikle dergi editörlerine en çok sorulan soru: Size gönderilenleri okuyor musunuz? Doğrudan söylenmeyen şu: Gönderilenler aslında okunmadan bir kenara itiliyor, sonra da çöpü boyluyordur. Bu endişenin haklı olduğunu hiç düşünmedim. En azından bakılır ve yazınsal bir metnin ne olduğunun anlaşılması için bazen bakmak da yeter. Daha başlangıçta doğru dürüst bir dil kullanmadan yazılmışsa ve kendisini iyi anlatamıyorsa, sonrasını okumaya gerek kalmayabilir. Orada yazanın sorumluluğu yatıyor ve yazılan, belli ki en azından şimdilik, olması gerekenin uzağında bulunuyor.
Editörün bu yaptığı da gerçek bir okuma değil elbette. Demek ki bize dayatılanı değil kendi seçtiklerimizi okuyoruz aslında. Ötekilere bakıyoruz, bakmak yettiği için.
Nitelikli bir okuma, ancak yeniden okunması gereken metinler için yapılır. Bazı öyküleri otuz kere okuduğumu söylesem... Belki inandırıcı gelmeyebilir ama böyle. Zaman zaman en sevdiğim öyküler sıralamasını yeniliyorum ve yeni karşılaştıklarımdan bazıları o anda hemen ilk sıralara çıkıveriyor. Tek tek öykü adları elbette hemen hiç kimseye bir şey anlatmaz. ‘Getsemani’ ya da ‘Gerekli Güç’ öykülerinin kimlere ait olduğunu sormak istemem. İkisinin yazarı da burada ne okurların ne yazarların ilgi alanına girebilmiş. İki kitap da satılmadığı için kelepire düşmüş. Bunun nedeni burada her şeyin koca bir yalanın içine tıkıştırılması. Oysa bugüne dek okuduğum öyküler arasında en çok beğendiğim on öykünün ikisi bunlar. İkisini de en az on beş kere okudum. Sıkılmadan. Neredeyse ezberlediğim hikâyelerinin etkisini her okuduğumda bir kez daha yaşayarak ve neleri nasıl ustaca anlattıklarına bakarak. ‘Getsemani’ ile ‘Gerekli Güç’ öykülerinde kadın-erkek ilişkisi, aşk ve sevgi kavramları da önemli.
Daha bilineni, John Cheever’ın ‘Yüzücü’ öyküsünü de her yıl dört kez okuyorum. Öykü yazan her yazarın bu ünlü öyküyü her yıl bir kez okuması gerektiğini düşünürüm: bir sorunu anlatma biçiminin ve o sorunu dışa vuracak hikâyenin ne denli sınırsız bir yaratıcılık içinde alınabileceğini görmek için. ‘Yüzücü’de, bambaşka bir sorunu anlatmak için ortaya atılan metaforun yaprakları adım adım katlanarak büyük bir anlama gidiyoruz. John Cheever ciddi bir adam. Duruşundan belli. Adeta bir şirketteki önemli işinin yanında, yazdığı öykülerin de çok iyi olduğunun farkında bir duruşla bakıyor. Sıkı bir okuru olarak ona çok güveniyorum. Hem Raymond Carver ile de aynı yollardan yürümüşler.
Yazarın belleği okuduklarından önce yazdıklarına açık. Raskolnikov’u, Anna Karenina’yı, Mrs. Dalloway’i, Benjamin’i, Zenon’u unutmuyorum, tamam ama bu cümleyi yazdığım sırada hemen kendimi sınıyorum: Son on yılda bulduğum iki yazarım, Alejandro Zambra ile Per Petterson’u düşünüyorum ve ‘Eve Dönmenin Yolları’nın Julián’ı hemen aklıma geliyor da, ‘At Çalmaya Gidiyoruz’un asıl karakterinin adı aklıma gelmiyor. Demek ‘At Çalmaya Gidiyoruz’u en kısa zamanda yeniden okumalıyım. Çünkü bir romanın asıl karakterini hatırlamıyorsam, o romanı okuma serüvenim benim için tamamlanmamıştır.
Demek bu yazı beni Per Petterson’a dönüş yoluna sokacakmış. İyi bir okur ve okuduklarından sürekli yeni şeyler öğrenen bir yazar daha ne ister.