Güncelleme Tarihi:
Tanınmış bir genel yayın yönetmeni arkadaşım, mirasçısı bulunmayan kitaplar konusundaki sıkıntıdan söz etti. Birçok tanınmış yazarın kitapları bu yüzden basılamıyor, birçok sanatçının besteleri seslendirilemiyor.
Batı’da da bu problem yaşanıyormuş. Buna Fransa’da ‘yetim kitap’ denir, İngilizler ‘öksüz kitap’ diye adlandırırlarmış.
Kitabın içine, bazen kapağına da bu yazılıyormuş. Bunu okuyan yayınevine başvuruyormuş.
Yeni telif hakları yasasında böyle bir çözümden söz ediliyor. O yazarın eseri basılsın, bestesi selendirilsin, bunlar için tayin edilen emsal telif ödensin. Bu avukatların insafına bırakılmasın.
Bu konu yalnız külliyat yapanlar için değil, tek tek basılan eserler için de geçerli olmalı. Nice yazar yayımlanmadığı için unutuluyor, yeni kuşaklar onu okumaktan yoksun kalıyor.
Bu konuyu çok işlememize, yazmamıza rağmen telif kanunu bir türlü çıkmıyor. Mirasçı tek bile olsa gene muhatap bulunuyor, gelin görün ki birden fazla olunca anlaşma sağlanamayabiliyor.
Çevirmenler için de geçerli bu.
Abdülhak Şinasi Hisar, Reşat Ekrem Koçu’nun kitapları da bu yasasızlıktan kurtulamıyor. Ayrıca bazı yazarların, şairlerin eserleri basılıyor, hiçbir hak sahibi telif alamıyor, telifler bankaya yatırılıyor.
Kitap, müzik dünyasındaki mirasçılar da anlaşmaya varamayınca müessese dağılıyor.
Benim düşündüğüm, bir yazarın, çevirmenin birçok mirasçısı varsa, onlardan birini mirasçı tayin etsin ya da bir vakıfa bağışlasın, belki bu vakıf onun adına ödül bile verebilir.
Aziz dostum Mesut Ilgım’dan üzücü bir yazı geldi. Şöyle yazmış:
“Bu güzel insan da bugün terk etti bu dünyayı. St. Georg Avusturya Lisesi’nden benim öğretmenim Herr Kasper.
Yaşasaydı 18 Şubat’ta 102 yaşına basacaktı. Her zamanki gibi kendisini telefonla arayıp doğum gününü kutlayacaktım. O da ağlamaklı ve titrek bir sesle ‘Benim hakikatli öğrencim’ diyecekti.
Kendisini seneler evvel Teşvikiye Camii’nin karşısındaki Belveder Apartmanı’nda ziyaret ettiğimde, ‘Burada her şey güzel iyi ama şu karşımdaki camiden her gün kalkan cenazeler beni çok üzüyor’ demişti. Bana, bizlere çok şeyler kazandırdındı sevgili öğretmenim, mekânın cennet olsun, nur içinde yat.”
Kasper, yakın dostumuzdu. Avusturya Kültür Ofisi’nin müdürüydü. Ahmet Cemal de orada danışman olarak çalışırdı. Birlikte birçok kültürel etkinlik düzenlerdik. Türkiye’yi ve Türkleri çok severdi.
Birçok konseri orada dinledik, birçok konuşmayı orada yaptık.
Yemek konusunda söylediklerini unutmam: “Sabahları imparator, öğlenleri prens, akşamları da bir hizmetli gibi yiyin” derdi.
Kasper ile Ahmet Cemal’in düzenlediği geziyle ilk kez Avusturya’ya gittim. Hem Yazarlar Birliği’nin hem de devletin davetlisi olarak, güzel günler geçirdim.
Ayrıca o yıllarda Viyana’da sevgili dostum Oktay Ekşi’nin ağabeyi rahmetli Behiç Ekşi de basın temsilcisiydi.
Sonra birkaç kez daha Avusturya’ya, Viyana’ya gittim ama bütün her şey ilk gidişin gölgesinde kaldı.