Güncelleme Tarihi:
Nick Cave’in 2018’deki İstanbul konserinden sonra “Nick Cave benim de elimi tutacak mı?” diye bir başlık atmıştım. Herhangi bir Nick Cave konserine gittiyseniz eğer bunun sıradan bir canlı müzik deneyimi olmadığına da şahit olmuşsunuzdur. Nick Cave ve Warren Ellis ikilisi ya da grup adlarıyla Nick Cave and the Bad Seeds, karantina sırasında inanılmaz bir derinliğe sahip ‘Carnage’ albümünü yayımladı ve benzeri olmayan şarkılar sundu. Ve tabii yine gözyaşlarımıza hâkim olamadığımız melodilerle dinleyicisini sarıp sarmaladı.
Nick Cave’in konserleri tam da bu tanımlamada. Sanatçı, sahnesini tapınak, seyircisini ise bu ayinin bir parçası olarak görüyor. Bir arınma anının içine giriyor gibi oluyorsunuz. Acılarınızı saklamadığınız, şarkılarla pansuman olduğunuz...
SEYİRCİSİYLE EL ELE
Aslında bu turne Cave’in oğlu Arthur’u kaybettikten sonra yaşadığı keder ve varoluşsal sorgulama girdabından doğan ‘Ghosteen’ albümüne aitti. Fakat karantinayla sanatçı, üretmeye devam etti. Sessizce evinde oturmak yerine yeni şarkılarını ortaya çıkardı.
Ne gariptir ki sanatçı, geçen mayıs ayında da bu kez diğer oğlu Jethro Lazenby’i kaybetti. Nick Cave, yas sürecini yalnız başına yaşamayı sevmediğinden turnesini iptal etmedi, yola devam etti. O yüzden Cave konserlerinde gerçek ile gerçek olmayan arasındaki ayrımın çözülmesine ve geriye kalan her şeyin saçma olduğu düşüncesine kapılıyorsunuz. Çünkü sahnede şimdinin sanatçıları gibi şeffaf bir duvarın arkasına saklanmıyor. Bir rockstar’dan beklenen gibi seyircinin tam da önüne özel bir platform kuruyor, onun üzerine çıkıyor ve dinleyicisinin gözlerinin içine bakarak şarkılarını seslendiriyor. Hatta ellerini tutuyor, mikrofonu onlara uzatıyor, seyirci ve sanatçı arasındaki tüm tabuları sistemik bir şekilde yıkıyor.
Birkaç gün önceki Litvanya konserindeki görüntüleri izlerken seyircilerin arasında şarkısını söyleyen Nick Cave’e defterini uzatan bir kızı fark ettim. Cave, performansını hiç yarıda kesmeyerek defteri hızlıca imzaladı. İzleyici de büyülenmiş bir şekilde gözlerini sahneden almamaya devam etti. Bu seyirci ile kurduğu bağ, o an söylediği eserin sözleri ve müziği ile de bir bütün haline geliyor. Ya da ütüsü bozulmamış simsiyah takım elbisesiyle dinleyicisine bir saygı ve önemseme ilişkisi kuruyor. Zaten tüm performanslarının hızlı karşılığını kendisini yalnız bırakmayan kitlesinden alıyor.
Nick Cave, konsere ‘Get Ready for Love’la başlayıp dünden bugüne 20 küsur şarkısıyla sürükleyici bir yolculuğa çıkarıyor. Turnedeki bir önceki konserlerinden yola çıkarak ‘Into My Arms’, ‘White Elephant’, ‘The Weeping Song’, ‘I Need You’ gibi her türden dinleyicisini kucaklayan bir şarkı listesi çalıyor. Bu sıralama da seyirciyi bir anda yükseltip sonra sakinleştirme üzerine kurulu. Özellikle ‘Ghosteen’ albümündeki ‘Waiting for You’ şarkısına dikkat çekmekte fayda var. İzlediğim videolardan yola çıkarak Cave, piyanonun başına geçiyor ve şarkının yürek burkucu sözlerini söylüyor. Bu konserin duygusal anlamda pek de kolay olmayacağını bize tarif eden bir an.
WARREN ELLIS’İN KESKİN KEMAN ÇIĞLIKLARI
Tabii bu sahnenin diğer yıldızı, ‘kötü tohumlar’dan Warren Ellis’i anmadan olmaz. Multi-enstrümantalist Warren Ellis, 1990’ların ortalarından beri Cave’in grubu Bad Seeds’in bir üyesi. Sahnedeki çatık kaşları ve kemanı bir savaş aleti gibi keskin, aynı zamanda da nahif bir şekilde çalmasıyla bu koca gösterinin en önemli parçası.
Kısa bir süre önce yayımlanan ve sanatçının ‘Ghosteen’ ile ‘Carnage’ albümlerine odaklanan (ve şu sıralar MUBI’de gösterilen) ‘This Much I Know to Be True’ belgeselinde Nick Cave ve Warren Ellis’ın müzikal ahengine şahit olmuştum. Yıllarca süren dostlukları ve aralarındaki üretimsel bağ bir bakıma da başka bir aşkı bize simgeliyor gibiydi. Cave, Ellis hakkında “Başka bir rol üstlendi ve yavaş yavaş Bad Seeds’in bir üyesi değil, bireysel bir hale geldi. Sıradaki de benim. Artık sahnede daha çok şarkı söylüyor, fark ettim de” diye esprili bir yaklaşımda bulunuyordu. Yaşamayı öğrenmeyi ve tüm kedere rağmen beraber hareket etmeyi bize öğreten bir yanları vardı.
KİŞİSEL TRAVMALARINS OLUŞTURDUĞU MELODİLER
Nick Cave, turnenin ana konseptini oluşturan ve pandemiden önce yayımlanan ‘Ghosteen’da anlatısal ve şiirsel bir şarkı yazımıyla karşımıza çıkmıştı. Daha spiritüel temalar yer alıyordu şarkılarında. Cave, 2015 yılında kaybettiği oğlu Arthur’un acısının bir sonraki aşamasını, yani travmanın ötesini parçalarında anlatıyordu. Hayatın en sert anlarına dokunan bu albümün müziği ise tahmin edeceğiniz gibi Cave’in müzikal tarihindeki en kasvetli melodilerden oluşuyordu. The Bad Seeds’den Warren Ellis ile ortak yazdığı şarkılarda ise baskın bir gospel etkisine de şahit oluyorduk. Cave ve arkadaşları, kendi müzikal sınırlarını sürekli olarak genişletiyor. Tabii ki, Nick Cave’in son yıllarda yaşadığı kişisel travmalar da onu böyle bir yola keskin bir şekilde itmiş olabilir. Bu yüzden konserde bu albümden şarkılarını çok daha içten söylediğine şahit olacaksınız.
21 Ağustos saat 21.30’da İKSV’nin 50’nci yılına özel olarak Parkorman’da sahne alacak olan Nick Cave and the Bad Seeds’in ruhunuza tutacağı ayna, kulaklarınızda melodi olarak duyulacak. Sanatçı öncesi ise saat 19.30’da Black Country, New Road geceyi başlatacak.