Güncelleme Tarihi:
Ne kadar iyi, anlamlı ve ilham verici bir film yaparsanız yapın bir filmin hayatınızda büyük bir değişiklik yaratması çok zordur. Ama bir kitabın hayatınızı değiştirmesi, empati yaratması ve bazı kararlar almanızı sağlaması çok mümkündür.
Johann Hari’nin ‘Çalınan Dikkat’ adında, tam da altbaşlığındaki “Neden odaklanamıyoruz?” sorusuna odaklanan bu önemli kitabı, hepimizin mustarip olduğu büyük bir sorun hakkında ilham verici, aydınlatıcı ve değerli bir çalışma.
Her şey Johann Hari’nin vaftiz oğlu, Z Kuşağı mensubu Adam’la Elvis Presley’in müzeye döndürülmüş malikânesi Graceland’e yaptıkları yolculukla başlamış. Adam’ın daha küçücük bir çocukken bile hayalini kurduğu o gezi sırasındaki ekrana bağımlı halini gördükçe bir yerde dayanamayıp artık patlamış: “Böyle yaşanmaz! Bir tanecik hayatını kaçırıyorsun!” Ama Hari’nin uyanışı sadece yeni neslin ekran mahkûmiyetiyle sınırlı değil; anı yaşama becerisini kaybetmek büyük-küçük hepimizin bir sorunu şu an. Biz yetişkinler Adam’dan farklı bir durumda değiliz ki! Sabah uyanır uyanmaz elimiz hemen telefona gitmiyor mu? Mail’lerimizi, Instagram ya da Twitter sayfalarımızı kaç dakikada bir kontrol ediyoruz? Dikkatimizi bölmeden bir işimize, okuduğumuz kitaba, izlediğimiz filme ne kadar odaklanabiliyoruz? Instagram ‘story’lerine, TikTok ya da YouTube videolarına günde toplamda kaç saat ayırıyoruz?
ÜZERİMİZDE OYNANAN OYUNLAR
Hari bize yanlışlarımızı ve üzerimizde oynanan oyunları samimi ve akıcı bir üslupla özetliyor. Çağdaş insanın giderek artan odaklanma probleminin teşhisini dolu dolu koyuyor önümüze. Sosyal medya ya da internetin en değerli şeyimizi yani zamanımızı nasıl da hissettirmeden çaldığını ve bizim buna nasıl da gönüllü olduğumuzu anlatıyor. Teknoloji şirketlerinin ürünlerinde daha çok zaman geçirmemiz için neler yaptıklarını, bizim de bazen bilerek bu tuzaklara nasıl düştüğümüzü; bilimsel çalışmaları, ulaştığı uzmanların fikirleri ve kendi kişisel gözlemlerini harmanlayarak çok akıcı bir dille anlatıyor. Önce kişisel mücadeleden giriyor konuya. Mesela üç ay süren kendi internet detoksu sırasında yaşadığının daha çok farkına vardığını anlatırken bunun sadece geçici bir çözüm olduğuna, asıl meselenin toplumsal bir refleksin oluşmasıyla çözülebileceğine sizi ikna ediyor.
En başta şunu hiç unutmamamız gerek; insanlar ‘çoklu görev’ (multitasking) yani birden fazla işi aynı zamanda yürüterek yaşayabileceğine kendi kendini inandırmış durumda, oysa bu insan beyni için çok da uygun olmayan bir işlev. Özellikle de insan dikkatinin en kırılgan olduğu dönemdeyken... Telefonlarımızdaki bildirimleri kapatmak bile iyi bir başlangıç sayılabilir şu an. Netflix belgeseli ‘The Social Dilemma’da da izlediğimiz; Google’da çalışırken internet teknolojisinin tehlikeli gücüne şahit olan ve etik kaygılarını çarpıcı şekilde dile getiren Tristan Harris’le de konuşan Hari, bu şirketlerin ‘uzun süreli okuma becerimizi nasıl da delik deşik ettiklerini o kadar net bir şekilde koyuyor ki önümüze, bunun resmen zaaflarımız üzerinden gerçekleştirilen bir gasp olduğunu anlıyoruz. Çevrimiçi olma süremiz arttıkça zaaflarımızı bizden bile daha iyi bilip öğreniyorlar ve sonra da bizi istedikleri yere yönlendiriyorlar. Tristan Harris’in dediği gibi: “İnsanlar zaaflarını biliyor olsalardı, sihirbazlık diye bir şey olmazdı.”
İnternet şirketlerinin insanların gönüllü olarak verdikleri zamanları ve tüketici profilleri karşılığında kurdukları iş modellerine karşı duruş oluşturmanın çok zor, ama imkânsız olmadığını söylüyor Hari. Bunu yaparken tarihteki kadın hareketlerinin de imkânsız gibi görünen engelleri aşmasını örnek veriyor. Hep birlikte bu ‘gözetim kapitalizmi’ne karşı harekete geçmeli, hükümetleri bu konuya daha çok eğilmeye zorlamalıyız diyor.
Şimdiye dek meselenin daha çok kişisel verilerimizin elde edilmesi ve bunların ticareti üzerinde durulmuştu. Ancak bu kitap, çok daha ciddi bir sonuca, ‘insanın düşünme biçimi’nin değişmesine dikkat çekiyor. Hepimiz sokaklarda hızlı yürüyen, hızlı konuşan, kendini ‘akışa bırakma’ya korkan, öfkeli, ‘like’ mahkûmu, her daim ilgi arayan et yığınlarına dönüşüyoruz. Sadece kendi yaşamlarımızı harcamıyor, toplumsal şuuru etkileyen bir sonuca koştur koştur gidiyoruz.
Odaklanma sorunumuzu sadece teknolojiye mal etmiyor Hari; çocuklukta yaşanan büyük mutsuzlukların, orta sınıfın bütün dünyada artan endişe katsayısının, olumsuz haberlere olan ilgimizin, beslenme düzeninin bozulmasının, kirliliğin ve hatta yalan haberciliğin yayılmasının bile daha önce en çok çocukların gelişimi sırasında rastlanan DEHB’in (dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu) giderek yetişkinlerde de yayılmasına neden olduğunu söylüyor.
Dikkat becerimiz böyle ufalanmaya devam ettikçe, hiçbir şeye hakkıyla odaklanamayan insanoğlu her şeyden önemlisi birlik olmayı kaybedecek ve en büyük kaybımız da belki bu olacak!