Güncelleme Tarihi:
“Halep’i görmelisiniz. Asıl Suriye orasıdır. Bir hafta kalmalısınız ama” demişti Şam’da, makamında bana kahve ikram eden devrin Kültür Bakanı. Sanırım kendisi de bir Frankofondu ve kaçak ve ürkek bakışlarında sokaklardaki yaşama sevincine inat rejimin ağır ve baskıcı havası hissediliyordu. Daha o korkunç savaş patlamamış ve Türkiye ile Suriye arasında adeta bir süt nehri akıyordu. Ve ben ikinci kez Şam’a gidiyordum. Uçağımız yaklaşık bir saat sonra inmiş olacaktı. Birden gecenin o vaktinde bir anonsla Şam’a sis sebebiyle iniş yapılamadığını ve istikametin Halep olduğu bildirildi. Onca homurdanma arasında belki tek sevinen bendim. İşte bu vesileyle ve hiç hesapta yokken onu görecektim. Sabahın köründe bizi Halep’in taş rengi eteğine döken uçak gerisin geri döndü. Biz de pasaport kontrolünden geçerek dışarıda bekleyen otobüslere doluştuk. Fakat bir şehir kendisini kıskanıyorsa bir tutam perçemini bile göstermez. Halep de buğulu sis altındaydı ve biz kara bir hayale dalar gibi çoktan Şam’ın yolunu tutmuştuk.
P. Mansel’in ‘Halep’ kitabını okurken ister istemez bunları hatırladım ve içime ayrı bir tortu çöktü. Ne kadar yıkılırsa yıkılsın iki kez gittiğim ve çok güzel iki hafta geçirdiğim Şam’ı benden kimse söküp alamaz. Ama Halep sisler altında bir kayıp kardeş gibi daha da yitik. Sonra da o yıkım günleri ölüm külleriyle onun semasını çoktan kapladı ve ne Halep ne de arşının hükmü kaldı. Ama ben yine de binaları yıkılsa, sokakları çökse bile bir şehrin isminin ve onda saklı idealin kaybolmayacağına inanırım. Halep neredeyse insanlığın, farklı inanç ve kültürlerin birlikte kurdukları şehirlerdendir. Zaten Mansel de onu nitelerken konsoloslar, Levantenler şehri demekle yetinmez, orada ‘tek başına bir grubun hâkimiyetinin olmadığını’ da vurgular. Halep’in birbiriyle alakalı o kadar farklı dinamikleri vardır ki bu dinamikler, coğrafyadan tarihe, ekonomiden dine, milliyetlerden kültürlere değin farklı açılımlara kavuşur.
Anadolu, Bereketli Hilal, İpek Yolunun Akdeniz’e yaklaştığı yer ve Suriye çölü hep birlikte Halep’in mayasını oluştururlar. Osmanlı fetihleri ve dinsel çeşitliliğin ticaretle pekiştirilmesi onun ufkunu hep açık tutar. Ticaret o denli önemlidir ki Halep için, 1590’lı yılların sonunda İskenderun Limanı’nın devreye girmesiyle şehrin etkinliği daha da artar. “Halep’teki tüccarlar, gemilerin İskenderun’a gelişinden güvercinlerin kanatları altına yerleştirilen mesajlarla haberdar olmaya başlarlar”. At sırtındaki üç, dört günlük mesafe altı saate düşer. Bu o şehrin tarihsel kıvraklığını da gösterir. Öte yandan yaşadığımız yıkım ve katliam utancını kültürel ve tarihsel perspektiften görmek açısından değerli bir kitap ‘Halep’. Onun üzerindeki her tür siyasal ve kültürel oyun kadar düşü de okumak açısından fırsat.