Güncelleme Tarihi:
Türkiye’de, sanırım Spinozacılık dışında, hiçbir felsefi akım, kendini geliştiren bir açılım içinde olmadı. Buradaki ayırıcı özellik bu açılımın, analiz bakımından akademik yöntemle karakterize olmasıyla birlikte, akademinin sınırları dışında kendine bir okur muhatabı oluşturmuş olmasıdır. Açılım derken kastettiğim filozofa ilişkin yönelimin, akademik çalışmanın bir basamağında bırakılmaması, ilginin ve filozofun felsefi düşüncesine bağlılığın bir devamlılık biçiminde sürdürülmesi, daha sonraki çalışmalarda geliştirilmesi durumudur. O filozofun bakış tarzında ilerlemek de denilebilir buna, o filozofun bakış tarzının devam ettirilmesi, güncellenmesi de... Filozofluğun devamlılığı böyle dünyevileşir. Spinoza söz konusu olduğunda, bizde akla gelen ilk üç isim Ulus Baker, Cemal Bâli Akal ve Çetin Balanuye idi. Bu halkaya, şimdi Eylem Canaslan’ın da katıldığı kanısındayım.
Canaslan, ‘Spinoza–Yöntem/Tanrı/Demokrasi’ adlı kitabında, iki temel kavramlaştırmaya odaklanması bakımından, bizdeki Spinoza çalışmalarından ayrılır. Buradaki ‘Tanrı bilgisinin demokratikleştirilmesi’ kavramı, genellikle sanki göz ardı edilen, Etika’nın birinci bölümünün okunmasına ilişkin çok önemli bir katkıydı. İkincisi ise ‘natüralist ontoloji’ kavramıdır. Spinoza’nın çağına, aslında bilginin kaynağı problemi etrafında rasyonalizm ile empirizm arasında yaşanan sert polemik damgasını vurmuştur. Ve Spinoza’yı bu polemik içine yerleştirmek olanaklı değildir. Spinoza, ne bu bilgi problemine odaklanır ne de rasyonalizm ve empirizm kutuplaşmasındaki bir cepheye. Spinoza ontolojiye, kendi döneminin alternatifleri olan ne metafizik içinde ne de teoloji içinde yer açar; onun yer açtığı felsefi zemin natüralizmdir, içkinlikçi natüralizm. İşte bu bağlama odaklanır Canaslan: “Spinoza’ya göre insan Doğa’nın sadece bir parçası değil, herhangi ve küçük bir parçasıdır. Bu küçük parçaya dair her şeyin ilk ontolojik statüsü de doğal bir şey, doğanın bir parçası olmaktır.”
Editörlüğünü Eylem Canaslan ile Cemal Bâli Akal’ın yaptığı ve 17 ayrı tekil çalışmayı içeren ‘Natüralizm ya da Yitirirken Doğayı Hatırlamak’, işte tam bu bağlamın açılımı ve devamlılığıdır.
Natüralizm ile Spinoza arasında bir ilgi kurmanın önünde fikri bir engelin bulunduğunu da dile getirmek gerekir. Natüralizm bizde, yaygın olarak felsefi bir akım olmaktan çok yazınsal bir akım olarak bilinir ve orada da bir gevşekliği, bir rastlantısallığı dile getirir. Spinoza söz konusu olduğunda ise akla gelen kavramlar, sıkı nedensellik ya da zorunluluk kavramlarıdır. Buradan hareketle bakıldığında, natüralizm kavramı ile Spinoza’nın bir arada düşünülmesi pek olanaklı değil gibidir. İşte, öncelikle bu fikri barikatı aşma imkânı vermesi bakımından ufuk açıcıdır ‘Natüralizm ya da Yitirirken Doğayı Hatırlamak’.
“Natüralizm -teolojik ya da mistik olanları hariç- var olan ve bilinebilir her şeyin gerçek nedenlerinin yalnızca doğada aranabileceği ilkesine dayanır. Bu ilke, her türlü aşkıncılığın reddine ve bilimsel açıklamanın her konuda mümkün tek açıklama olduğu fikrine de açılır.” Burada, Spinoza’nın Kutsal Kitap’ı yorumlama yönteminin doğa bilimlerinin yöntemiyle bağdaştığı fikrini hesapta tutalım. Kitabın adındaki, ‘Yitirirken Doğayı Hatırlamak’ ifadesini ben, Etika’daki ‘natura naturans’ (yaratıcı doğa) ile ‘natura naturata’ (yaratılan doğa) kavramlarıyla birlikte düşünmek eğilimindeyim. Bugün, doğanın, ‘kapsama alanı’ kavramı çerçevesinde yitirilmesi, Tanrı’nın da yitirilmesi anlamına gelir.
‘Natüralizm ya da Yitirirken Doğayı Hatırlamak’ pek söz edilmeyen filozofları gündeme getiriyor. Hallac-ı Mansur, İbn Rüşd ve Beşir Fuad’ın natüralizm ve Spinoza bağlamında ele alınması benim için özellikle heyecan verici.
NATÜRALİZM
YA DA YİTİRİRKEN DOĞAYI HATIRLAMAK
Kolektif
Editörler: Eylem Canaslan, Cemal Bâli Akal
Dost Kitabevi, 2021
383 sayfa, 60 TL.