Güncelleme Tarihi:
Başlangıç durumunu kavramlaştıran Louis Althuser’di; filoloğu ise Edward W. Said. Epistemolojik kopuş kavramı, başlangıcın ayırıcı özelliğini dile getirir. Başlangıç yeni bir zorunluluğun doğuşudur; daha önceki zorunluluk artık devam edememektedir. Başlangıç bir sıfır durumundan başlamak değil, bir kopuştur. Öncekinin bizdeki devamına ondan kaparak son veririz. ‘Marx İçin’de, “Kimse kendi başlangıcını seçemez” der Althusser. Said’in Althusser’i okumamış olması ya da onun teorisini referans edinmemiş olması dikkat çekicidir. Nasıl filozoflar kendilerinden önceki filozofların izini sürer ise, filologlar da kendilerinden önceki filologların izini sürer. Said, sözgelimi Giambattista Vico’yu, Erich Auerbach’ı takip eder. Disiplinler, genelde diğer disiplinleri kale almaz. Said, ‘Başlangıçlar’da, ‘başlangıç’ı tanımlarken onun ‘köken’le olan karşıtlığı üzerinden yürür. Said’e göre, “Köken ilahi, mistik ve ayrıcalıklı; başlangıç ise seküler, insan ürünü ve sürekli incelemeye tabi bir şeydir. (...) Başlangıç, yalnızca bir eylem değil, bir ruh hali, bir çalışma şekli, bir tavır, bir bilinçtir.” Başlangıç, sözünü ettiğim zorunluluk/kültürel dönem sona erene kadar yeniden gözden geçirilmeyi talep eder.
Bu girizgâhın vesilesi, ‘Tanzimat ve Metatarih - Namık Kemal’in Tarih Anlatılarının Poetikası’ kitabı. Emrah Pelvanoğlu, tezini, filoloji teorisi güzergâhı üzerinden inşa etmekte. Yani Giambattista Vico, Erich Auerbach, Edward W. Said ve Hayden White üzerinden.
Akademi içinde meydana gelen önemli bir değişimin altının çizilmesi gerekir. Türk edebiyatı tarihçiliği ve eleştirisi son yıllarda, metodolojik açıdan çok önemli ve ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Öncesinde Ahmet Hamdi Tanpınar, Ali Nihat Tarlan ve Mehmet Kaplan çizgisinin inşa ettiği bir Türk edebiyatı tarihçiliği ve eleştirisi söz konusu idi. Tarihsel bağlam ve bakış açısından yoksun olan bu anlayış, bugün geçerliliğini yitirmiş durumda.
Pelvanoğlu’na göre, Namık Kemal’in Türk edebiyatı tarihlerinde önemli bir yeri olan tarih anlatıları yeteri kadar incelenmemiştir. Namık Kemal’in tarih anlatıları bağlamındaki yazarlığı, “Edebi-siyasi failliğinin ayırt edici bir özelliği olarak dikkate alınmamıştır”. Namık Kemal’in tarih anlatıları, romanı merkeze alan edebiyat ve bu merkeze odaklanan edebiyat tarihince ikincilleştirilmiş ve edebiyat dışı bırakılmıştır. Oysa Pelvanoğlu’na göre, tarih anlatılarının, Namık Kemal’in düzyazı faaliyeti içinde önemli bir yeri vardır. Burada çok dolaylı bir eleştiri söz konusu. Pelvanoğlu, “Roman merkezli edebiyat tarihçiliği” derken, Tanpınar’ın filoloji anlayışına dikkat çekmektedir. Pelvanoğlu’nun, ‘Tanzimat ve Metatarih’ adlı bu çalışmasında, teorik bakımdan Vico ve Hayden White’a dayanarak ileri sürdüğü temel tezi, Osmanlı tarih yazımının Türk edebiyatı söylemine dahil edilerek değerlendirilmesi gerektiğidir.
Namık Kemal’in adı, bilindiği gibi ‘vatan’ kavramıyla özdeşleştirilmiştir. Pelvanoğlu’na göre, bu ‘ordu-millet’ mitinin de başlangıcını oluşturur. Namık Kemal’in tarih anlatıları içinde Selahattin [Eyyubi] anlatısının da yer aldığını hatırlatmak isterim. Onun adını ‘vatan’ kavramıyla özdeşleştirenlerin göz ardı ettiği en önemli anlatıdır bu.
HAFTANIN ÖNERİSİ
1-Myanmar’ın İçindeki Düşman –Budist Şiddeti ve Müslüman Bir ‘Öteki’nin İnşası, Francis Wade, Çeviren: Hakkı Kaan Arıkan, Hece Yayınları.
2-Ataç, Meriç, Caliban, Bandung –Evrensellik ve Kısmilik Üzerine Bir Taslak, Orhan Koçak, ZommKitap Yayınları.