Güncelleme Tarihi:
2001 sonbaharında, 54 yaşında, kalp yetmezliğine bağlı sağlık sorunları nedeniyle hayatını kaybeden Fikret Kızılok, rock penceresinden Anadolu'nun halk müziği birikimine bakan, inceleyen, dönüştürüp dinleyicilerine sunan öncü pop besteci – yorumcularındandı. 1960'larda Aşık Veysel'i köyünde ziyaret etmiş, ozanla dost olmuş, kentli yaklaşımıyla eserlerini seslendirmiş, bağlamasını rock sahnesine çıkarmıştı. Başarısı 9 Altın Plak'la taçlanıp kuşağının müzikçilerine yol açmıştı.
Türkiye'nin müzik ortamı 1990'larda sağdan soldan arabeskle, piyanist şantörlerle donatıldığında Kızılok mizah yaklaşımıyla öne çıkan kent ozanı kimliğiyle gündeme gelmiş, bir kez daha kuşağının ufkunu genişletmişti.
Kızılok'un kültür tarihimizde bıraktığı üçüncü kalıcı iz, 12 Eylül 1980 Darbesi'ni izleyen karanlık günlerde İstanbul Suadiye'de diş hekimliği yaptığı muayenehanenin alt katını konser ve kayıt mekanına dönüştürüp Çekirdek Sanatevi resitallerini başlatmasıydı. Mutlu Torun'un uduyla, Ruhi Ayangil'in kanunuyla geleneksel Türk müziği, Erkan Oğur'un bağlaması ve perdesiz gitarıyla halk müziği, Yeni Türkü ile Çağdaş Türkü'nün protest müzik tohumlarını serptiği bu verimli toprakta gelecek adına umut veren fidanlar yetişti. O fidanlar ki 10 yıl içinde serpilip 2000'lerde dallarıyla, yapraklarıyla Türkiye'yi kucaklayacak çınarlara dönüştü. Çekirdek Sanatevi, başta Bülent Ortaçgil olmak üzere pek çok suskun, küskün besteci ve yorumcuyu müziğe kazandırdı.
Tüm bunlar erken ve ansızın biten bir ömrün mücadeleyle elde ettiği kazanımlardı. Bir de sadece ölüm haberiyle yarattığı etki ve bunun taşları yerinden oynatması var ki muhtemelen çok az sanatçıya nasip olmuştur...
Kızılok'un doğum tarihini bulamayınca
“Doğum tarihini bir türlü bulamadık. Oysa, çok yakın tarihe mensup bir isimdi. Müzik üzerine kalem oynatanlardan biri olarak, özellikle yerli isimler hakkında doğru kaynak sıkıntısını hep çektim ve çekmeye devam ediyorum. Fikret Kızılok'u kaybetmemiz fitili ateşleyen olaydı. O günden sonra sürekli malzeme toplamaya başladım. 2009’da ilk kitabım 'Kentin Türküsü: Anadolu Pop/Rock’ta bunların bir bölümünü kağıda döktüm...”
Canbazoğlu, ilk kitabında 1963'te Tülay German'ın söylediği “Burçak Tarlası”ndan 2000'lerde Barış Akarsu'ya uzanan süreci ele aldı. 924 müzikçi ve 147 grubun 46 yıllık öyküsünü anlattı.
Ardından çok daha iddialı bir ansiklopedik kaynak oluşturmaya koyuldu.
Madde sayısı çığ gibi büyüdü
Orkestralar ve Gruplar Tarihi'ni iki yılda tamamlamayı planlamıştı. Çalışma sahası büyüdükçe büyüdü, içinden çıkılamaz hale dönüştü.
“Başladığımda listemde 650 grup ve orkestra vardı. Kitap bastırmanın zorluklarını düşünerek eleme yaptım; 45’lik, albüm çıkarmışları bir araya getirmeye karar verdim. Tam bitiriyordum ki, internette müzik yayınlama işi ortaya çıktı. Daha önce plakçıyla, menajerle, ağır kontratla uğraşmak zorunda kalan gruplar özgürlüğüne kavuştu ve madde sayısı 2300’e yükseldi. Aslında 11 bin civarında grup ve orkestra inceledim. Geriye kalan isimleri de liste halinde araştırmanın sonunda müziksevere sundum.”
Grup sayısı kadar orkestralardaki sürekli eleman değişimi, toplulukların kendi tarihlerine önem vermemesi ve bir kenara not alınmaması, bu alandaki yayınların kısıtlılığı da Canbazoğlu'nu çalışma sürecinde iğneyle kuyu kazmaya zorladı. Kimi zaman bir solistin grup kurma, ekip değiştirme trafiğini çözmek haftalarını aldı.
“Haydi diyelim geçmişte böyle bir ezber yoktu ve not tutulmuyordu; ya yenilere ne demeli? Örneğin 2021 çıkışlı bir grup için de aynı sorun söz konusu. Statü sembolü müdür, gizemli olma isteği midir ya da başka bir nedeni var mıdır bilemeyeceğim; yeni gruplarla ilgili de o kadar az bilgi var ki. Hem de böylesine bir iletişim ortamında. Grup demek arkadaş müziği demek. Aynı zevkler, dünya görüşü, müzik çizgisi gibi noktalar insanları grup bünyesinde bir araya getirirken orkestrada sadece virtüozite önemli. Gruplarda değişen üye sayısı ortalama 15-20’de kalırken orkestralarda ise müthiş eleman trafiği söz konusu. Çeşitli nedenlerle isimler sürekli değişiyor ve yeni gelen de önüne koyulan notalardan yararlanarak ya da kulaktan çalıyor. Üç gün sonra başka topluluğa transfer olunca yerine gelen en iyi şekilde sahnede görevini yapmaya çalışıyor. İşte böyle bir ortamda gidiş gelişleri sağlıklı şekilde saptayabilmek beni çok zorladı. Örnek vereyim; 60’ların ortasında Vasfi Uçaroğlu’nun kendi orkestrası varken gidip başka topluluklarda da baget salladığını görüyoruz. Bu hareketliliğin izini sürebilmek hayli zor oluyor...”
“Eşlikçi”lere özel ilgi
Metni tamamlayıp sıra kitabı yayımlatmaya geldiğinde yazarı yeni sorunlar bekliyordu...
“İçerik 900 sayfaya ulaşırken kağıda gelen sürekli zamlardan sonra yayınevinin koyacağı olası fiyat astronomik rakamlara yükseldi. Tek kitap olarak planlamıştım hep, hani ‘tuğla gibi kitap’ denilenlerden; ama olmadı. Herkes okuyabilsin diye internette yayınlamayı tercih ettim. İnternetin şöyle avantajı da var; yeni ulaşacağınız bir bilgiyi anında katabiliyorsunuz araştırmaya; yanlış ya da eksik varsa giderebiliyorsunuz.”
Günlerin İçinden Canım: 100 Yıllık Türkiye Popüler Orkestralar ve Gruplar Tarihi (1923-2022) başlıklı kitabın tüm içeriği orkestralargruplartarihi.com web sitesinden abonelik zorunluluğu olmadan, ücret ödenmeden okunabiliyor.
Sitenin tarihçe bölümünde Osmanlı'dan Cumhuriyet'e popüler müzik gruplarının gelişimi ele alınmış. Metne geniş bir kaynakça eklenmiş. Gruplar alfabetik indekste sıralanırken hakkında yeterince bilgi bulunamayanlar “Diğerleri” başlığıyla listeleniyor. Afişlerde isimleri ünlü solistlerin ardından “ve arkadaşları” şeklinde geçen isimsiz kahramanlara ise “Çalgıcı Tayfası” başlığı altında özel bölüm ayrılmış.
“Aslında sözsüz müziği seviyorum; birkaç ozandan çıkmış sözler dışında etkilendiğim şarkı sayısı az. Bu nedenle hep söyleyenden çok çalanları sevdim ve izledim çok küçük yaştan beri. Bu işe kalkıştıktan sonra çalgıcılarla ilgili her karşıma çıkan yeni bilgi beni çok heyecanlandırdı, meraklandırdı. Hep ‘eşlik eden’ şeklinde etiketlenmiş bu sanatçılara hak ettikleri değeri sunmak oldu derdim.”
Hürriyet Altın Mikrofon'un sihirli etkisi
Yaklaşık 25 yıldır Türkiye'de üretilen popüler Batı müziği tarihini inceleyen Canbazoğlu bu akımın “altyapı olmadan, acele, modaların izinde” gelişmesi nedeniyle piyasanın öykünmeyle şekillendiğini, bununla birlikte kentsoylu gençleri çağdaşlaşmaya, Batılılaşmaya, yeniliğe yönlendirmeyi başardığını söylüyor. 100 yıllık gelişim sürecinde sıçrama kabul edilebilecek, taklitten özgün üretime geçilmesi aşamasında üç yarışmanın önemine dikkat çekiyor:
“Boğaziçi Müzik Festivali, Hürriyet Altın Mikrofon, Milliyet Liseler Arası Müzik Yarışması... İlki taklitçiliğe dur demek için düzenleniyor. Amacı, Türkiye’ye yerleşmeye başlayan hafif Batı müziğini aranjman modasından kurtarmak. Yarışmacı orkestra ve solistler, halk müziğimizden yaptıkları düzenlemelerle müzikseverleri umutlandırıyor. Üç yıl devam edecek bu festivalde en iyi orkestra, en iyi vokal, en iyi enstrümantalistler dallarında ayrı ayrı ödüller verilmesi bir başka heyecan uyandıran gelişme…
Ardından 1965'te ülke müziği için önemli bir adım atılıyor. Hürriyet Gazetesi, ‘Batı müziğinin zengin teknik ve şekillerinden faydalanarak yine Batı müziği aletleriyle çalınmak suretiyle Türk musikisine yeni bir yön vermek için’ Altın Mikrofon Müzik Yarışması’nı yapıyor.
Daha önce, orkestralar bünyesinde küçük denemelerle ortaya çıkan folk düzenlemelerinin ilgi çektiğini gören Hürriyet, aranjmana teslim olmaya başlayan piyasaya seçenekler sunmak amacıyla böyle bir girişimde bulunuyor.
1965-1968 arası kesintisiz düzenlenen, 1972 ve 1979'da birer kez daha yapılan Altın Mikrofon, genç yetenekleri tanıtma yolunda önemli rol üstleniyor. O güne kadar İstanbul’un çeşitli semtlerindeki konserler dışında halkla fazla bağlantı kuramayan, yabancı orkestra ve şarkıcıları taklit ederek sivrilmeye çalışan birçok müzisyen, yarışma turnelerinde Anadolu’yla tanışıyor. Altın Mikrofon hem önlerini açıyor hem de öz müziklerine, binlerce yıllık kültür mirasına sahip çıkma olanağı tanıyor.
Finaller jürisinin tamamen halktan oluşması yarışmaya ayrı bir canlılık katıyor, Anadolu’da geleneksel tarzda dinlenilen türkülerin Batılı normlarda düzenlenmiş halleri çok seviliyor ve plak pazarı hareketleniyor.
1967’de Milliyet Liseler Arası Hafif Müzik Yarışması başlıyor. Amaç, gençlere hafif müziği sevdirmek, besteciliğe teşvik, derece alanların plaklarının basılması. Birçok yıldız adayı çalgıcı daha lise sıralarında kendini gösteriyor ve piyasa aradığı taze kanı bu organizasyonda buluyor. Bu kültür organizasyonu, liseler arasında büyük çekişmeye sahne oluyor ve dil ile tür sınırlaması koyulmadan icradaki başarının değerlendirildiği yarışma, profesyonel müziğe önemli isimler kazandırıyor…”
Yayıncılıkta kamu tekelinin sürdüğü tek kanallı radyo-TV çağında TRT’nin sıkı denetiminin, 12 Eylül döneminde siyasi atmosferin grup müziğinin gelişimine büyük darbe vurduğunu söyleyen Cumhur Canbazoğlu, 1990'ların sonunda internetin gelişiyle durumun değiştiğini, 2000'lerde müziğin topluma ulaşmasında teknolojinin önemli olanaklar sağladığını hatırlatıyor. Bilgisayardaki gelişimin pahalı stüdyo ortamını uygun koşullarda eve taşıması ise gelecek açısından umut verici buluyor...
“Orkestraların geleceğinin pek parlak olduğunu söyleyemeyeceğim. Uzunca süredir düğün salonlarına sıkıştılar. Eski parlak günlerine dönmesi zor. Gruplar ise daha şanslı; özellikle magazin yanı fazla olanların, yakışıklı üyeler bulanların bir süre daha gündemi meşgul edebileceğine inanıyorum.”
İnteraktif katılımla genişliyor
Yeni web sitesi yayına başlamasının üstünden sadece birkaç hafta geçmesine karşın Türkiye'nin dört bir yanından mesaj alıyor.
“Balıkesir, Bursa, Trabzon’dan yerel gruplar ve orkestraların isimlerini aktaranlar, uluslararası alanda aynı tip içeriğe sahip yayınlara bu araştırmayı ileteceklerini söyleyenler çıktı. Birkaç eksik ve yanlış konusunda yardım ettiler ayrıca. Moda deyimle ‘interaktif’ bağlantı sonucu daha da sağlıklı bilgi kapsayan bir araştırma ortaya çıkacak gibi görünüyor.”