Güncelleme Tarihi:
“Geçmişte günlük hayatın içinde o kadar çok fiziksel acı vardı ki sosyal acılar ikinci plandaydı. Şimdiyse fiziksel acıdan, avlanmaktan, kazaya uğramaktan ya da kötü hastalıklardan daha az çekiyoruz. Sosyal hayal kırıklıklarına odaklanmak için daha fazla enerjimiz var. Daha az acının var olduğu bir dünyada daha çok acı çekiyor gibiyiz.”
Sürekli mutluluktan söz ediyoruz. Giysiler, bindiğimiz araba hatta içtiğimiz içecek bile bizi mutlu edeceği iddiasında bulunuyor. Pek çok kişisel gelişim kitabı ve yaşam koçu aynı anda sayıklıyor: “Bakış açını değiştir! Mutlu ol!” Peki bu, bu kadar kolay mı? Mutlu olmak zorundayız, çünkü herkes mutlu ya da herkes daha mutlu olmak zorunda gibi bir algı yerleşmiş durumda. Ne zaman ki kendi içimize dönüyoruz, o zaman bir sürü hayal kırıklığı, öfke ve acıyla yüzleşiyoruz. “Herkes mutluyken ben neden mutlu olamıyorum?” sorusu sessizce beynimizi kemiriyor. Fakat ‘Mutlu Beyin’in yazarı Loretta Graziano Breuning farklı bakış açısına sahip bir öğretim görevlisi ve “Hayatta kalmak üzere tasarlandık, sürekli iyi hissetmek için değil” diyerek bu duruma karşı çıkıyor. “Size hayatta kalmaya odaklanmış bir beyin miras kaldı. Siz böyle düşünmeyebilirsiniz ama bir toplantıya gecikme konusunda endişelendiğinizde ya da yanlış bir şey yediğinizde ya da her şeyin berbat gittiği bir günle ilgili endişelendiğinizde hayatta kalma odaklı beyniniz devreye girer.” Mutluluk beynimiz tarafından yönetilen bir his ve beynimizin, kendini çocukluktaki deneyimlerle şekillendirme ve genlerimizin de hayatta kalmasını önemseme gibi gariplikleri var. ‘Mutlu Beyin’, size mutluluğa giden yolda gerçekte var olmayan mucizevi çözümler sunmuyor. Sadece “Beynin, aslında çok da karmaşık olmayan fizyolojisini tanırsanız kendinizi mutlu etmeyi başarırsınız” diyor.
Gerçekten mutlu olmak mümkün mü? Çoğu insan, dünyanın gidişatını gösterip “Hayır!” cevabını verecektir. Evet, dünya kötü bir yer, üstelik gün geçtikçe daha kötü bir yer haline geliyor. “İçinde bulunduğumuz dünyanın gerçeğini görmezden gelemezsiniz, fakat sizi mutlu hissettiren nedenlerin peşinden gidip, beyninizde neler olup bittiğini bilirseniz bunu kontrol edebilirsiniz” diyor kitap ve beynimizde salgılanan dört mutluluk kimyasalını tanıtıyor: Serotonin, dopamin, oksitosin, endorfin. Bunları bilmek açacağımız kapının anahtarına sahip olmak gibi. Başlarda biraz zor gelebiliyor fakat tüm bunlar anlatılırken çok yalın bir dil kullanılmış, ilgiyi kaybetmeden okumaya devam ediyorsunuz.
“İşin üzücü yanı, mutluluğun da bir kısırdöngüsü olması” diyor yazar. Ulaşmak istediğiniz kariyer hedefi, yeni bir ev, araba, hatta büyük ödüller... Bunlar insanı mutlu edebilir, evet. Fakat o hayalini kurduğunuz ödülü aldıktan, tören bittikten bir süre sonra mutlu kimyasalların emilimi de biter. Beyin yine olası tehditleri gözden geçirmeye başlar, “Ya yeni projemi sevmezlerse” gibi düşünceler sizi ele geçirir. “Yeni bir gezegen bile keşfetseniz mutlu kimyasal salınımı sonsuza kadar sürmez. Gezegeninize her gün bakabilirsiniz ama yine de her an onu keşfettiğiniz zamanki mutluluğu hissetmezsiniz. O hissi yeniden istersiniz. Bu ihtiyacı başka yollarla doldurmaya çalışırsınız, bu da sizi yeni bir gezegen aramaya teşvik edebilir.” Bu yüzden yeni sevgili, yeni kariyer, yeni olan pek çok şey bizi heyecanlandırır.
Mutluluğa dair sorular hem kafanızı karıştırıyor hem de mutluluğun o kadar da gerekli olup olmadığından şüphe duyuyorsanız bu kitap tam da size göre.