Güncelleme Tarihi:
Hikmet Hükümenoğlu’nun ilgi gören romanlarından sonra öykülerinde de aynı ustaca anlatımı sürdürdüğünü görüyoruz. Akıcı ve yalın bir dille okuru sürükleyen ‘Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri’, roman tadında okunabilecek olay örgüsüyle dikkat çekiyor. Yazarın öykü dilinin zorlama imgelerden uzak, okurla doğrudan bağ kuracak şekilde benzetme ve tasvirlerde bile son derece yalın, günlük hayatın içinde yaşayan, organik bir dil olduğunu görüyoruz. Bu organik dil, olay örgüsündeki gerilimle birlikte öykülerin bir solukta okunmasını sağlıyor.
Yedi öyküden kitaba adını veren ‘Aşka İnanmayanlar İçin Aşk Öyküleri’ adlı öyküyü okuyunca her öykünün arasında karşımıza çıkan ‘aşk öyküleri’nin bir bütünlük içerdiğini anlıyoruz. Bu öyküler, öykü kahramanı tarafından yazılmış ve yazılırken okuması amaçlanan okuruna kavuşamamış kısa aşk öyküleri aslında.
Okuru karşılayan ilk öykü ‘Arıların Yön Duygusu’, çekirdek ailede yaşananları, iki erkek kardeşin dünyasını, babanın kişiliğinin ergenliğinde açtığı yaraları ailenin abisi olan anlatıcı kahramanın bakış açısıyla dokunaklı bir şekilde anlatıyor. Sosyal normların dışında bir baba, yavaş yavaş konuşmayı unutmaya başlayacak kadar kırgın bir anne, sonradan yazar olan ‘geveze’ bir kardeş, ilk aşklar, ilk acılar, fabrikada, okulda ve evde yaşanan olaylar...
‘Mersedes 80’ adlı öykü bir film izler gibi okunabilecek öykülerden. Zengin ve köklü bir ailenin şoförü Arif Bey, Canan Hanım’la olduğu kadar şoförü olduğu Mercedes’le de gönül bağı kurarken zenginliği fırsata çevirmeye çalışıyor. Faik Bey’in pastaları kadar meşhur aşk öyküleri, özellikle kadınların dünyasına farklı bir gizem katıyor: “Pastaları bir yana, kadınları en çok büyüleyen, Faik Bey’in kendine has ufak jestleriydi. Her pasta kutusunun içine, ilk bakışta görünmeyecek gizli bir köşeye iki-üç satırlık bir yazı iliştirmeyi âdet edinmişti. Bazen bu yazıları pastanın içine gizlediği de olurdu.”
Şehir hayatının yoğun iş temposu, biten bir evlilik sonrasında yaşananlar, ‘Sumru, Cemre ve Ben’ adlı öyküde feminist bir duruşu olan farklı kişilikteki kadınların arkadaşlıkları çerçevesinde ele alınıyor. Böylece kadınların dünyasına da son derece çarpıcı diyaloglarla sokuluveriyoruz: “Başkalarıyla dalga geçerken suçluluk duymamak için çuvaldızı kendimize batırıp dururduk. Açık açık söylemesek de ‘Bak’ diyorduk, ‘Sırf başkalarına gıcık olmuyoruz, yeri geldiğinde kendimize de aynı muameleyi reva görüyoruz.’ O çok güldüğümüz akşam kendimize bir isim takmıştık. Taş Kalpli Kadınlar Cemiyeti. Hilal’in esprisiydi. Çok özlüyordum Hilal’i.”
Zamansal olarak uzun bir süreci ele aldığı öykülerinde yazar, anlatıcı kahramanın yaşadığı dönüşümü güçlü bir görsellikle ve kısa öyküye özgü ayrıntılarla pekiştiriyor. Böylece kısa öykünün evreni genişleyerek uzun öykünün lezzetiyle harmanlanmış oluyor. Bu bana Marquez’in “Uzun bir hikâye ile uzatılmış hikâye farklı şeylerdir” sözünü anımsattı. Hükümenoğlu roman yazarlığının verdiği bir deneyimle anlatmayı, ayrıntıları işlemeyi ihmal etmeden okuyucunun sezmesi gerekenleri ona bırakarak açık uçlu anlatımla klasik anlatım arasındaki dengeyi de çok iyi koruyabilmiş bana göre.
Faik Bey’in kaleminden çıktığını düşündüğümüz ara öyküler olan aşk öykülerinin aşka inanmayan biri tarafından yazıldığını, bu yüzden “Mutlu aşk yoktur” diyerek Aragon’u selamladığını da unutmayalım.
Hem romanın olanaklarını hem de kısa öykünün çarpıcı yoğunluğunu aynı anda hissettiğimiz ‘Aşka İnanmayanlar için Aşk Öyküleri’, yaz günlerinde sıcağın rehavetine kapılmadan okunabilecek bir kitap.
AŞKA İNANMAYANLAR İÇİN AŞK ÖYKÜLERİ
Hikmet Hükümenoğlu
Can Yayınları, 2018
136 sayfa, 14.50 TL.