Güncelleme Tarihi:
Hem sinemacı hem de yazar olarak tanıdığımız M. Caner Alper’in son kitabı ‘Şeref Motel’ Doğan Kitap’tan yayımlandı. Tanıyanların aşina olacağı üzere eserlerinde kendi yaşamından izlenimleri dürüstçe ve kendine has bir kurguyla okurla buluşturmayı seven Alper, bu kez de geleneği bozmamış. Bir aile hikâyesi anlatırken aynı zamanda sadece bir ailenin tarihini değil, nesilden nesile değişimle bir ülkenin yakın tarihini ve dönüşümünü de anlatmış.
Bazı ideal aileler vardır hani. Babanın gömleği asla kırışmaz, annenin saçları hiçbir zaman dağınık olmadığı gibi yüzündeki gülümseme solmamıştır. Erkek çocuk derslerinde hep başarılı, okulda asla kavgaya girmeyen, dizkapakları yara kabuğu nedir görmemiş derecede düzgündür. Kız çocuğu lüle lüle saçları ile dolaşırken bahar mevsimini yanında taşır gibi neşe saçar, annesinin sözünden çıkmaz, babasının inci tanesi olarak prensesler gibi büyütülür. Bu ideal ailelerde herkes o kadar mutludur ki, aynı sofranın etrafına dizildiklerinde günlerinin nasıl geçtiğini birbirlerine anlatırken de bahsettikleri hep iyi şeylerdir.
BİTKİN VE TAHAMMÜLSÜZ YÜZLER
Gelelim ‘Şeref Motel’in anlatıcısının ailesine. Bu kesinlikle ideal bir aile değil. Bu, işten gelir gelmez kıyafetlerini çıkarıp, özel günlerde bile kravat takmayan bir babanın ve yemeği pişirse de servis etmeyen bir annenin olduğu; belki idealleştirilmiş aile fotoğraflarından ziyade gerçek hayatta aşina olduğumuz, bitkin, tahammülsüz, öfkeli ve hayal kırıklığına uğramış yüzlerin birbirlerinin yüzüne dahi bakmadığı bir ailenin hikâyesi.
M. Caner Alper’in ‘Temiz Aile Çocuğu’nu okuyanlar ‘Şeref Motel’ ismini de hemen hatırlayacaktır. O kitapta bir uğrak yeri olarak karşımıza çıkan Şeref Motel, adını da verdiği romanda eskiden bilhassa kitabın annesi için özel bir yer olan ve bugün de özlemi çekilen bir adres olarak merkeze yerleşiyor. Her şey bir aile tatiliyle başlıyor. Kimsenin bunun birlikte çıktıkları ve birbirlerini bir daha görmeyeceğini bilmediği bir aile tatili üstelik. Hepsi için bir toplanma yeri olan bu motel de artık olmayacak.
Alper, hepimizin hayatında özel anlamı olan ancak kentsel dönüşüme ya da ranta kurban gidip artık sadece bir isim ve anıdan ibaret mekânlardan birini yaratıyor. Belki hayatlarımızda bir çentik atmış, bugün olduğumuz kişinin tanıklığını yapan bu sınırlar mazide kalsa da bıraktıkları hislerle büyüyüp değişen ziyaretçileri için içerde bir yerlerde varlığını sürdüren mekânlar gibi... Otelin ismi de bir o kadar manidar. Herkes için kırmızı çizgi olan şeref meselesi, aslında tıpkı bu motel gibi zaman içinde içi boşaltılmış, dışarıdan bakıldığında adıyla var ama içine girdiğinizde yıkık dökük bir viraneye dönmüş, terk edilmiş, ihanete uğramış, yalnızlaştırılmış, dedikodu ve iftiralara kurban gitmiş, sahip çıkılmamış ve değersizleştirilmiş bir yer.
Bunun tanıklığını yaparken, onunla beraber değişip dönüşen aile fertleri motelin özelinde kişisel tarihlerinin yansımasına bakıyor. 1960’ların başında denize nazır, havadar odaları ve ahşap sundurmalı geniş verandasıyla bir dinlenme ve konaklama yeri olan bu otelin odalarında gezinirken, aile fertlerinin her birinin otelin geçmişi gibi zengin geçmişlerinin de nasıl otelle beraber hazin bir mezarlığa dönüştüğünü görüyorsunuz.
Bu ‘mezarlığın’ bekçisi Cem bir zamanlar mütevazı bir saltanat yaşamış, içi boş topluluk olarak nitelendirdiği kendi ailesinin hikâyesini anlatırken, vakti zamanının zengin ve imrenilerek bakılan bir ailesinin sonradan nasıl düşüşe geçtiğinin, çokça zikredilen şeref kelimesinin nasıl kelime anlamının zıddına dönüştüğünün resmini çiziyor. Alper’in yaşamından izler de taşıyan kitabın sayfalarında gezinirken ister istemez etrafınızdaki ailelere göz gezdiriyorsunuz. Kendinizi “İdeal ve mutlu aile nedir, nasıl olur?” derken buluyorsunuz. Bir annenin yüzüne yerleşen hüzün çizgilerinde, bir babanın nakarat gibi tekrar ettiği “şerefiyle yaşayan saygın bir aile” olma yalanında bir şeyler hep tanıdık geliyor...