Güncelleme Tarihi:
‘Taksim Hold’em’de ilk dikkat çeken filmin tek mekânda geçmesi. Bunu neden tercih ettiniz?
Bir film tek mekân olunca insan ister istemez bütçe yüzünden böyle bir karar aldığımızı düşünüyor. Ama filmin evden çıkmamasının nedeni, teması. Eylem ve eylemsizliği, ana karakterin evdeki huzurunu bozmak istememesi üzerinden anlatıyor film. Ev kendi rahat fanusunu temsil ediyor ve bu fanustan çıkmak istemediği için de filmin bu mekânın dışına çıkmaması, doğal bir sonuç oldu.
Tek mekânın zorlukları neydi?
Biz bu filmi 19 günde çektik. Hikâye ise neredeyse üç, dört saat içinde geçtiği için en zor olan oyuncuların duygu durumlarını sürekli takip etmelerinin gerekmesiydi. Günler arasında oyunculuk farkları olmamalıydı. Bir zorluk da filmi senaryo sırasına göre çekemememizdi. Filmin sonunu ilk başlarda, başını sonlara doğru çektiğimiz oldu. Bu oyunculuk devamlılıklarını daha da zor yapıyor. Ama bu konuda da oyuncuların deneyimli ve iyi olması işimi çok kolaylaştırdı.
Bu ilk uzun metrajınız; kimsiniz siz, bugüne kadar nelerle meşguldünüz?
Galatasaray Lisesi’nde okuduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdim. Warwick’te sinema master’ı yaptım ve Londra’da BBC’de çalışmaya başladım. Uzun süre kamera asistanı, ışık şefi, görüntü yönetmeni olarak film sektöründe çalıştım. Kısa film, reklam ve müzik videolar çekerek yönetmenliğe geçtim. Birkaç uzun metraj senaryo yazdıktan sonra ilk çekebildiğim senaryom ‘Taksim Hold’em’ oldu.
Filmin poker oyununa referansları var, nereden aklınıza geldi olayları bir poker gecesi etrafında şekillendirmek?
Filmde temsil büyük önem taşıyor. Karakterler kendilerini dışarıya nasıl gösteriyorlar ve nasıl davranıyorlar. Altan kendini bir kahraman gibi, Kaan da bir aile babası gibi göstermeye gayret ediyor. Grubun içinde bir erkeklik temsili de var. Pokerde de temsil çok önemlidir. Oyunun en sonuna kadar kimin elinde ne olduğunu bilmediğinizden karşınızdakinin oyununu okuyup tahmin etmeye çalışırsınız. Fakat iyi bir oyuncu eğer bu beklentiyle oyunu okuduğunuzu bilirse sizin beklentinizle de oynamaya çalışabilir. Siz de bunu bekliyorsanız kâğıtlar açılmadan oyun farklı bir şekilde oynanmış olur. Karakterler de bu oyunu farklı seviyelerde oynuyor. Kimisi sadece elindeki kâğıda bakıp karar veriyor, bu karakterler gerçek yüzlerini ve niyetlerini saklayamayanlar. Diğerleri ise sözleri ve eylemeleri arasındaki tutarsızlıkları daha iyi gizliyor.
Pokerin bir önemi de oynayanların pasif agresif eğilimlerine çok açık olması. Sonunda kazanan ve kaybedenin olduğu bir iktidar mücadelesi. Bu masanın etrafındaki insanların da bir iktidar mücadelesi var. O yüzden diyaloglarda az çok politik meseleler konuşulurken masada da böyle katmanlı bir çekişmenin olması karakterlerin niyetlerini okumayı zorlaştırıyor. Metinde söylenenler ve niyetleri çok farklı olabilir. Amaç, karakterler dediklerini gerçekten kast ediyor mu yoksa birbirlerine akıl oyunu mu yapıyorlar sorusunu sordurmak. Böyle bir masada söylenenlere güvenebilir miyiz? Burada güvenemiyorsak, hayatta nasıl güvenelim?
Farklı söyleşilerinizde “Bu bir Gezi filmi değil” diyorsunuz ama bir yandan filmin ilhamı da Gezi’den geliyor.
Bunu dememizin ilk sebebi bir ‘Gezi Filmi’ nedir, bunu bilmiyor olmamız. Bir sürü farklı deneyimlerin yaşandığı çok geniş bir kitle hareketiydi Gezi. Bu tek bir filme nasıl indirgenebilir bilemiyorum. Filmi çekerken bile oyuncular, teknik ekip, mekân gibi seçimler yaparken ‘Gezi nedir’ konusunda hemfikir olamadık. Filmin incelemeye aldığı mesele de Gezi değil, insanlık halleri. Burada önemli olan tartışılan konular. Bu konular sadece Gezi’ye katılmış insanları değil, tüm ülkeyi hatta dünyayı ilgilendiren sorular. Evet çıkış noktası benim Gezi’de kendi yaşadıklarım ve gözlemlediklerim ama vardığım yer artık orası değil. Birçok insanın Gezi ile duygusal bir bağı var. Bu duygusallığı tetikleyecek şeylerden filmi arındırmaya çalıştık.
BÜTÜN BU ÇELİŞKİLER NORMAL
Bu karakterlerin riyakârlıklarını mı eleştiriyorsunuz?
Yok, eleştirmiyorum. Filmde sergiledekileri çelişkiler ve tutarsızlıklar insanın doğasında olan şeyler. Etrafını çok rahat eleştiren karakterler birdenbire kendilerini eleştirdikleri davranışları yaparken buluyor. Amaç onları eleştirmek değil, aksine bu çelişkilerin normal olduğunu gösterip birbirimizle empati kurmamızı sağlamak. “Bu hatalar bende yok” diyen biri varsa kendine dürüst bakmıyordur.
Her karakter bir şey söylüyor. Siz kime yakınsınız?
Hepsi kendi bakış açısına göre haklı. Ama bulundukları durum değişince çelişkiler başlıyor. Kendi inançlarına ne kadar sadık kalıyorlar? Ben karakterlerin fikirlerine o anlamda yakın değilim. Aralarında en tutarlı gözüken karakter de tutarsız. Burada zaten mutlak doğrulara olan inanç ti’ye alınıyor. Kimi yerlerde karakterler büyük büyük cümleler kuruyor ama onları tanıdıkça ya da neyi amaçladıklarını anladıkça, söylemlerinin zeminlerinin ne kadar kaygan olduğunu görüyoruz. Cümlelerin ne olduğundan çok, kimin niye söylediği önemli. Ayrıca bir filmin savunduğu şey ile karakterlerin savundukları arasında büyük farklar var. Sözle eylemin arasındaki uçurumu ele alan bir filmde diyalogları ona göre değerlendirmek gerek. Seyirci kendi iç tartışmasını kendi yaşamalı.
Sizce bu film politik bir film mi?
Filmin özünde politika ya da derin politik tartışmalar yok. Beni ilgilendiren bu insanların politik görüşleri ya da kurdukları argümanlar değil, insanların bu kadar konuştuğu konuları hayata geçirirken neler oluyor, onu görmek. Sürekli konuştuğumuz kavramları gündelik hayatımızda ne kadar uygulayabiliyoruz. Benim ilgimi çeken ideallerimizle, eylemlerimiz uyuşmayınca hangi meşrulaştırma mekanizmalarını çalıştırıyoruz. Bir grup, kendisine aykırı düşünen bir üyesine karşı ne kadar açık görüşlü davranabiliyor. Metinden çok benim için alt metin önemli.