Güncelleme Tarihi:
Edebiyat-sinema ilişkisi kadar konuşulmaya değer bir konu da edebiyatçıların sinemayla ilişkisidir. Vedat Türkali, Aziz Nesin, Selim İleri, Füruzan, Necati Cumalı, Yaşar Kemal; daha yenilere gelirsek Ayfer Tunç, Barış Bıçakçı, Hakan Günday, Murat Uyurkulak, Doğu Yücel gibi yazarların sinemaya olan yoğun ilgisi onları senaryo yazmaya kadar götürmüştür. Aralarında filmler ya da sinema üzerine makaleler yazmış olanlar da vardır.
Edebiyatçıların filmlerle ilgili değerlendirmeleri elbette ve doğal olarak en çok hikâyeleri üzerinden oluyor tam da beklendiği gibi. Ama Murathan Mungan’ın filmler hakkında yazdığı yazılar ‘hikâye’nin sınırlarından taşar çoğunlukla. ‘Hafıza’ meselesine ve ‘hakikat’e olan takıntısı, sadece öykülerinde ya da romanlarında değil, sinema yazılarında da kendini gösterir. Hakkında yazacağı filmi ilk nerede ve nasıl izlediğinden tutun, ilk izlediği zamanki duygularını ‘anımsamak’ da filmin kendisi kadar bir şey anlatır. Mesela yazdığı film makalelerini ilk kez bir araya topladığı ‘Kullanılmış Biletler’deki (Metis Yayınları, 2007) ‘Amarcord’u Anımsamak’ yazısı... Film hakkında yazılmış bir makaleden taşar ve onun deyişiyle ‘seyretmenin hatırası’nı da kapsayan bir ‘hayatı seyretme’ yazısına dönüşür. Film üzerine sesli düşüncelerini yansıtır, filmi izlemiş seyircinin empati duygularını da harekete geçirir.
Sinemaya nasıl baktığını tek bir cümleyle öyle güzel ifade etmiştir ki o kitabında; benim de bir film eleştirmeni ve senarist olarak filmlere olan yaklaşımımı son derece net bir şekilde özetler tek cümlesiyle: “Bir filmi yalnızca gözlerimizle değil, aynı zamanda hayatlarımızla da seyrederiz.”
Filmlerle olan iletişimimiz sadece izlediklerimizin değil yaşadıklarımızın, edindiklerimizin de gölgesinde değerlenir. Bu yüzden sinema hakkında iyi yazılar yazabilmek sadece göstergebilim ya da sanat tarihini bilmekle mümkün olmaz. Hayata karşı gerçek bir politik duruşun ve yaşanmışlığın yanı sıra sosyoloji, felsefe, edebiyat ilgisi de ister. Sadece göz ve beyin yetmez, duyarlı ve açık bir kalp de bazı filmleri yazmak için şarttır. Murathan Mungan’ın sinema yazıları bu yüzden güzel okunurlar.
FİLMDEN FİLME SEYAHAT
2010’dan itibaren yazdığı film yazılarını ya da katıldığı kimi organizasyonlarda yaptığı sinema temalı konuşmalarını bir araya getiren yeni kitabı ‘Işığına Tavşan Olduğum Filmler’in açılışını yapan ‘Gerçeğe Açılan Üç Kapı’ başlıklı bölüm, Mungan’ın 2014’te yaptığı bir konuşmanın genişletilmiş versiyonu... Bu çok akıcı bölüm ‘gerçek’le kurduğumuz bağlar üzerine düşünce üreten ve bunları filmler üzerinden okuyucusuna aktaran doyurucu bir inceleme yazısından oluşuyor. Mungan çok sevdiği üç değerli filmin karşılaştırmalı analizini yaparak ortak paydalarında ustaca buluşturuyor bizi. Antonioni’nin ‘Blow-up’ı ile gördüklerimize, Coppola’nın ‘The Conversation’ı ile duyduklarımıza ve Kurosawa’nın ‘Rashomon’uyla da bize anlatılanlara ne kadar güvenip güvenemeyeceğimizi sorguluyor. ‘Gerçeğin göreceliği’ni, sinemayla gönül ilişkisi olan herkesin keyif alacağı bir frekansla anlatıyor.
‘Rashomon’, Mungan’ın dünyanın doğusundan gelen filmlere ne kadar meraklı olduğunu gösteren tek örnek değil kitapta. İran sinemasına da değiniyor aynı bölümde. Sonrasında Hong Kong sinemasının nefis polisiye gerilim üçlemesi ‘Kirli İlişkiler’i (Infernal Affairs) Jung’un ‘gölge arketipi’ ile ‘yin yang felsefesi’ üzerinden övüyor. Gürcistanlı Ermeni yönetmen Sergey Parajanov’un ‘Narın Rengi’ (Sayat Nova) adlı son derece özgün filmi, Tunuslu yönetmen Nacer Khemir’in çöl imgesinin en güzel kullanıldığı filmlerden biri olan ‘Çöl İşaretçileri’ni (El-haimoune), Gus Van Sant’in belki de en az bahsedilen filmi olan ‘Kara Gece’sini (Mala Noche), Robert Altman’ın ‘Quintet’i, Clint Eastwood’un ‘J. Edgar’ı gibi haklarında buralarda çok da kalem oynatılmamış filmlere de geniş sayfalar ayırıyor. Kitaba adını veren bölümde de Mungan hayatı boyunca onu en çok etkileyen filmlerden geniş bir yelpaze açıyor önümüze... Üstelik hepsini nerelerde, hangi ruh halleriyle izlediğine kadar anımsıyor. Filmlerin kendisi kadar, hangi şehrin hangi sinema salonunda ya da hangi evin hangi oturma odasında izlediği de bir anlam taşıyor çünkü. Sizi de anımsamaya çağırıyor.
Sinemada aile kavramına farklı saptamalar üzerine de genişçe bir bölüm ayırıyor kitapta. Bu açıdan Mungan’ın Haneke’nin en kışkırtıcı filmlerinden biri (ya da Amerika’da çektiği versiyonunu da katarsak ‘ikisi’ mi demeli?) olan ‘Ölümcül Oyunları’nı (Funny Games) ve birbirine benzer yerlerde dolaşan iki farklı filmi; Ursula Meier’in ‘Home’u ve Yorgos Lanthimos’un ‘Köpek Dişi’ni (Dogtooth) ardı ardına irdelerken, abartılarak rayından çıkarılmış ebeveynlik meselesine de dalıyor.
Her yazı yoğun bir sinema ilgisi ve tutkusuyla yazıldığını belli ediyor. Filmlere bilgisiyle, nezaketiyle ve kalbiyle yaklaşan bir yazarın elinden çıkan bu yazılar; çok iyi bildiğiniz, hatta birden fazla kere izlediğiniz filmleri dahi bir daha izlemeye yönlendiriyor. Murathan Mungan’ın bulaşıcı tutkusundan her okuyucu mutlaka nasibini alıyor.
IŞIĞINA TAVŞAN OLDUĞUM FİLMLER
Murathan Mungan
Metis Yayınları, 2022
264 sayfa.